Kamu Yararına Bilimsel Araştırma Geliştirme Buluşlar Derneği

Kamu Yararına Bilimsel Araştırma Geliştirme Buluşlar Derneği Contact information, map and directions, contact form, opening hours, services, ratings, photos, videos and announcements from Kamu Yararına Bilimsel Araştırma Geliştirme Buluşlar Derneği, Medical and health, merkez, Gaziantep.

11/06/2025

Selamun Aleyküm

Arkadaslar Nüsret Beyin Bu Eli İş Kazasından Dolayı İyice Yara OLuyor

Kendisinde Şeker Hastalıgı OLdugundan Dolayı Yara Kurumuyor Bizimle Görüştü Ve Bu Yarayı Yirmi Bir Günde Tamamen Yaptıgımiz İLaçlarla Kurutuk ELhamdulillah

Bİzim Yaptıgımız Bu İlaçlar Yarayı Kurutmuyor Kılcal Damarları Acıyor Ve Bu Şekilde Yara Kuruyor

Buradan Ekibim Ve Kendi Adıma Gecmiş OLsun Dileklerimi Sunar Allah'ım Tekrarını Göstermesin İnşallah

11/06/2025

Selamun Aleyküm

Abdurrahman İLBAN Abimiz
LÖSEMİ
Hasdalıgından Dolayı Yüzünde Çokcidi Enfeksiyon OLmuştu

ALLAHIN İzniyle Kısa Bir Sürede Yüzünü Temizledik Ve Kanı Temizliyen İLacımızıda Kullanıyor

KIsa Bir Zamanda İçinide Temizliyecegiz İnsallah

Bu Hastalıklari Tamemen Bitirecek İLaç Çalışmalarımız Hızlı Bir Şekilde Devam Ediyor

Buradan
Hastamıza Geçmiş OLsun DİLeklerimiZ Ekibim Ve Kendi Adıma Sunarım Allahım Tekrarını Göstermesin deriz

LÖSEMİ NEDİR
Lösemi Kemik İLiği Ve Kanın Kanseridir
LENFOMALAR Lenfoma Lenf Bezlerinin Kanseridir

MULTİPL MİYELOM Miyelom Kemik İLİğinde Normalde Bağışıklık Sistemimizin Bir parçası OLarak Bulunan Plazma Hücrelerinin Çoğalmasıyla Gelişen Bir Çeşit Kemik İLiği Kanseridir

11/06/2025

Selamün Aleyküm

Arkadaşlar yine Bir Farklı Yarayla Buradayız Bu yegenimizin Gözle Burun Arasında Yağ Bezesi OLuşmuştu Veyine Yaptıgımız İLaçla Biraygibi Kısa Zamanda Bu Yarayı Tamamen Kurutuk Hamdolsun

Ve Bu Gibi Yaraları Amalıyatsız Bıçaksız ELdeymeden Sadece Yaptıgımız Kıremlerle Biraygibi Kısa Zamanda Öncekinden Daha İyi Bir Şekle Dönüstüre Bilen Tek Kuruluşuz

Bununlada Gurur Duyuyoruz

Buradab yegenimize Geçmişolsun Dileklerimizi Sunar Allahım Tekrarını göstermesin deriz

Selamın  Aleyküm kardeşlerim sedef rahatsızlığından dolayı  birkaç aydan beri  tedavi görüyordum  faydasını göremedim Ha...
11/06/2025

Selamın Aleyküm kardeşlerim sedef rahatsızlığından dolayı birkaç aydan beri tedavi görüyordum faydasını göremedim Halit abim tesadüfen elimdeki yaraları gördü bana ilaç verdi Evell Allahını izniyle birbuçuk haftada Sonuç Almaya başladık Allahım Böyle güzel Çalışmalarından dolayı razı Olsun Halit kardeşimizden

Uzun zamandır kıl dönmesi rahatsızlığım vardı,Doktorlar kesin ameliyat olmalısın demişti.Halil Polat Amcama durumu anlat...
11/06/2025

Uzun zamandır kıl dönmesi rahatsızlığım vardı,Doktorlar kesin ameliyat olmalısın demişti.Halil Polat Amcama durumu anlattım Allah razı olsun ameliyat kesinlikle olma benim hazırlayacağım karışımi kullan iyileşir dedi Cidden de 3 uygulamada hiç bişeyim kalmadı.Kendisine tekrar teşekkür ederim . Argeder Araştırma

Halit kardeşiniz der Simyanın    maliki emir sultanBeyazid’im sen Yıldırım oldun’’ demişti devrin Sultanı, devrin Sultan...
09/04/2025

Halit kardeşiniz der Simyanın maliki emir sultan

Beyazid’im sen Yıldırım oldun’’ demişti devrin Sultanı, devrin Sultanı Beyazıt’a. Seyyid olan, padişaha damat olan, yaralara derman olan Emir Sultan böyle demişti. Devlet’in başına bir manevi önder olarak gelmişti adeta. Geliş hikayesi kendisi gibi sırlıydı. Bulunduğu topraklardan gitmesi söylenmişti

Gönlü gözü Medine’ye yerleşmekten yanaydı ama buna engel olacak bir rüyaya şahit olmuştu. Rivayete göre atası Resûl-i Ekrem(s.a.v) ve Hz. Ali kendisine Anadolu’ya doğru yol almasını söyledi. Kendisi üç kandil yakacak ve o kandillerin söneceği son noktaya kadar gidecekti. Buraya yerleşecekti. Yani Bursa’ya. Öyle de yaptı. Haftalar süren bir yolculuğa çıktı. Kandiller sırasıyla birer birer sönmeye başlıyordu. üçüncü kandil söndüğünde kendini Bursa’nın bereketlimi bereketli yemyeşil Uludağ eteklerinde buldu. Anlamıştı ki Osmanlı Devleti ona o da Osmanlı Devletine yarenlik edecekti. Ömrünü nihayetlendirecek beldedeydi. Hayatını adayacağı şehirde

Emir Sultan şehre yerleşmiş, çok geçmeden yöre halkı onu keşfetmişti. Sık sık kendisinden dua dileniyordu. Oda nefesi yettiği kadar karşılık veriyordu. Ahalide etkisi dalga dalga yayılıyordu. Bu sırada taze filizlenen Osmanlı Deveti’nin Sultanı Yıldırım Beyazıt Macarlarla savaştaydı. At üstünde dava aşk ederken, topraklarına gelmiş bu müjdeden bi-haberdi. Artık o şanslı bir sultan sayılırdı. Çünkü Emir Sultan gibi bir zat ile aynı zaman dilimini paylaşacaktı.

Macarlarla süren savaş oldukça çetin geçiyordu. Yaralılar ve şehitlerin ardı arkası kesilmiyor, arbededen göz gözü görmüyordu. Sıkıntı bunlarla kalmamış askerleri taşıyacak insan gücü pek azdı. Çoğunluk harbe devam ediyordu. Düşenin yeri dolduruluyor, saflar sıklaştırılıyordu. Fakat artık çadırlarda yer kalmamıştı. O kadar ki yaralı vardı. Hatta hekim sıkıntısı baş göstermişti. Tam da bu sırada daha önce hiç görülmemiş bir hekim belirmiş, işindeki mahirliğiyle gazilere derman olmaya çalışıyordu. Günler sonra Sultan Yıldırım Beyazıt kolundan derin bir yara almıştı. Bu hekim derhal müdahale etti. Öyle bir müdahale etti ki kolunu sıkıca sardı ve oradan uzaklaştı. Acıdan kıvranan Sultan, bir anda ağrılarının geçtiğini anladı. Yıldırım Beyazıt şaşkındı. Nedeni açıktı. Sargı bezini kaldırdı. Oracıkta kolu eski halini alırcasına tedavi edilmişti. Yara izi kaybolmuştu. Şaşkınlık bir daha nüks etti ve baktı ki sargı bezinin altında hanımının kendisine nişanlıyken verdiği mendilin yarısını buldu. Genç hekimi çağırttırsa da kendisini kimse bulamamıştı. Keramet ehli kerametle gidivermişti

Savaş tüm debdebesiyle sürüyordu. Sultan gözünü Niğbolu kalesine dikmişti. Biliyordu, eğer orası düşerse bu savaş neticelendirilir, zaferle Edirne’ye dönebilirdi. Askerlerine taarruz emri vermişti. Mutlaka almalıydı orayı. Almalıydı ama bir türlü üstün gelemiyordu. En çetin kalelerden biriydi. Son kez kuvvetlerini toplayarak hücum etti fakat yine sonuç değişmedi. Sultan hüzünlüydü. Burayı alamayacağı hülyasına kapılmışken bir anda şaşırtıcı bir şekilde kale kapıları açıldı. Sultan fırsattan istifade kapıya hücum etti. Ve sonunda kale Osmanlı Devleti’nin eline geçti

Sultan Yıldırım Beyazıt Han’ın aklından asla silinmeyecekti bu olay Kolunu tedavi eden genç hekim kale kapısını aralayanla aynı kişiydi

Aradan yıllar geçti Bursa’ da Yıldırım Beyazıt ın genç kızı Fatıma büyümüş serpilmişti Çokça ibadetle meşgul olan nur yüzlü bir kızdı Görgülü ve ahlak sahipliydi Bir gece rüyasına Efendimiz’i gördü Ona

Oğlum Muhammed Buhârî ile evlen, sakın beni kırma ve sözümü dinle buyurdu

Fatıma Sultan uyandığında şaşkındı. Uzun süre rüyanın tesirinde kaldı. Çok düşündü fakat kimselere bir şey diyemedi. Bir gece yine Server-i Alem(sav) rüyasına gelmiş ona

Eğer âhirette benden şefâat etmemi istiyorsan, Muhammed Buhârî ile evlen buyurdu

Muhammed Buhari nam-ı diğer Emir Sultan’ın ta kendisiydi

Kızcağız Rumeli Beylerbeyi Süleyman Paşa ile ismi anılmaktaydı Emir Sultan’ın fakir ve garip olduğunu biliyordu Arafta kalmıştı Tüm bu düşüncelerden sıydırdı ve ellerini semaya açarak duaya durdu

Acabâ Emîr Buhârî’nin bundan haberdar mıdır dedi

Yardımcısını Emir Sultan’ın yanına gönderip durumdan haberdar olup olmadığını öğrenmesini istedi Durum Emîr Sultan’a anlatılınca o

Bizim de mâlûmumuzdur Nikâhımız, Allahu Teâlâ tarafından kıyıldı Dînimiz üzere burada da kıyılması gerekir dedi

Aradan geçen bir süre zarfında saraya dünürler geldi. Valide Sultan’a haber getirmişlerdi Haber Emir Sultan’dandı. Kızına talip olduğunu söylüyordu. Valide Sultan bu işe pek yanaşmadı. Fakat yine de açık kapı bırakmıştı

Emîr Sultan’a söyleyin kırk deve yükü altın getirirse kızımı veririm dedi

Bunun üzerine Emîr Sultan sakin bir şekilde

Sultan vâlidemiz develeri göndersinler dedi

Saray Emir Sultan’dan haberi alınca çalkalandı İnsanlar birbirlerinin yüzüne bakıp olayı kavramaya çalışıyordu. Kimse akıl sır erdiremeyecekti

Böyle garip bir dervişin niyeti neydi? Bilemiyorlardı. Kervan hazırlandı 40 deve kendisine gönderildi. Sonucu şüphesiz Valide Sultan merak ediyordu. Bir süre sonra kervan Emir Sultan a ulaştı Devecibaşı’na dönüp

Beni takip edin dedi

Kervan onu izleyemeye koyuldu. Develer ağır ağır ilerliyor, zifiri karanlıkta anca yol alıyorlardı. Sadece gökteki ay onlara gideceği yolu açıyordu. Buda onlara yetmişti. Sonunda Emir Sultan kervanı bir çay kenarına getirmişti. Nilüfer çayıydı burası. Suyu gören kervancıbaşı altınları burada bir yerde olduğunu düşünüyordu. Fakat bir derviş neden buraya altınları getirsin? Saklaması içindi belki ama bu seferde evin yakınlarda bir bahçeye neden gömmemişti Çözememişti. Emir Sultan kendisini süzüyordu O da bir suya bir Emir Sultan’a bakıp bir anlam çıkarmaya çalışıyordu. Emir Sultan’ın sözleriyle irkildi

Doldurun dedi Doldurun şu çakıl taşlarını heybelerinize. Kendi keselerinize de doldurun

Kervancıbaşı ve diğer deveciler şaşkın şaşkın kendisine bakıyordu. Bir oyun mu yapıyordu Emir Sultan
Ama yapamazdı Hikmet ehlindendi Bunu bütün ahali biliyordu. Hemen devecibaşı dediğini yapmaya koyulunca diğer devecilerde

Bunda vardır bir hikmet elbet deyip, onlarda çakılları heybelere doldurdular. Kendi keselerine de koymayı ihmal etmediler

Fakat içlerinden bir kaçı sonradan vazgeçip çakılları geri döktü Onlara saçma gelmişti Bilmiyorlardı nasıl bir keramete şahit olacaklarını Bilmediler ve gülüp geçtiler ağlanacak hallerine

Kervan nihayetinde saraya gelmişti Başını Emir Sultan çekiyordu. Valide Sultan’ın huzuruna durdular Şaşırmış bir şekilde develere bakıyordu ama bir yandan belli etmemeye çalışıyordu. Emir Sultan Valide Sultan’a dönerek

Nasıl istiyorsanız öyle olsun dedi Bir anda heybeler ters yüz edildi Manzara görülmeye değerdi Zemin tozdan altınla kaplanmıştı Valide Sultan bu manzara karşısında şaşkınlığın yerini korkunun aldığını hissetti Sonra anladı ki karşısında duran kişi çok büyük bir alimdi Hemen oracıkta söz verdiği gibi kızını verdi

Evlilik kati olunca Fâtıma Sultan kendi el işlemesi elbiselerini Saray ağarından birine vererek

Bunları Emir Sultan’a ulaştırınız. dedi

Bohça geldiğinde Emîr Sultan talebelerine ders veriyordu Harem Ağası içeri girip

Vâlide Sultan dan diyerek bohçayı Emîr Sultan’a verdi Bohçayı bir kenara bırakan Emîr Sultan onlar için duâ etti Sonra bohçayı açtı. O kadar şey içinden bir mendil aldı Mendilin içine hanesinde yanık halde duran ateşten birkaç köz parçası koyup, mendili kapattı Tebessümle Harem Ağası’na dönerek

Vâlide Sultana selâm söyleyiniz Biz fakir dervişlerin sultânlara hediyesi böyle köz parçaları olur Kabul etsinler dedi

Harem Ağası şaşkın talebeler şaşkın bir tek Emir Sultan öylece duruyordu Şaşkınlık bununla kalmıyor, mendilin içine konan közlerden zerre duman çıkmıyordu Harem ağası hemen saraya gitti. Bunu gören Saray halkı toplandı Hediye Vâlide Sultan’a teslim edildi. Meraklı gözler mendile dikilmişti Mendil açıldı bir de ne görülsün, o ateşten közler imrenilecek elmaslarla doluydu

Bu durumun Emîr Sultan hazretlerinin kerâmeti olduğu anlaşıldı

Bütün bu gelişmeler yaşanırken Sultan Yıldırım Beyazıt Edirne’dedir Kendisine haber ulaşınca çok bozulur Ve Süleyman Paşa yı Bursa ya yollayarak

Benim kızım, benden habersiz nasıl evlenir Derhal gereken dersi verilmeli der

Paşa Bursa’ya ulaşınca, hemen Sultan’ından aldığı emri uygulamaya koyulacakken, geldiğini haber alan Valide Sultan engel oldu. Bununla da kalmayıp büyük alim Molla Fenari araya girdi Bir mektup kaleme aldı Bunu Süleyman paşaya verip

Bu mektubu Sultanımıza ulaştırınız dedi

Süleyman Paşa Sultan’ın Molla Fenari’ye hürmetini bildiğinden olsa gerek boynunu büküp yola düştü. Mektup Yıldırım Beyazıt’a ulaşınca yumuşadı. Büyük bir hikmet olduğunu anlamıştı. Bir süre sonra Bursa’ya gitti. Kalabalık Sultanlarını selama durmuştu. Onu bağırlarına basıyorlardı adeta. Yıldırım Beyazıt’ta ata diyarına gelmiş halkını şefkatle süzüyordu. Atıyla ilerlerken bir yandan selam alıp veriyordu Bir anda bir kişi gözüne ilişti. Beyninde şimşekler çaktı Kalabalığı yarıp hemen atını o kişinin yanına sürdü. O kişi Macarlarla yaptığı savaşta aldığı yarayı saran, Niğbolu kalesinin kapılarını aralayan gençti Hemen atından indi ve o visal hekimin ellerinden tuttu

Söyle yiğidim o maharet neydi öyle

Hekim cevaben feth suresini okumaya durdu

Allah’ın kuvvet ve yardımı, biat edenlerin vefa ve sadakatlerinin üstündedir

Yıldırım Beyazıt duygulandı

Peki mendilin diğer yarısı nerde diye sordu Hekim cebinden çıkarıp verdi.

Yıldırım Beyazıt Adını bağışlarmısın yiğidim’ diye sorunca

Muhammed deyiverdi hekim. Yıldırım Beyazıt hızlıca düşündü ve

Yanında Buharisi de var mı dedi

Hekim Var dedi Yıldırım Beyazıt kendisine aylar evvel Molla Fenari tarafından gönderilen mektuptaki damadını düşünürken hekim

Ellerinizi öpebilirmiyim baba Dedi

Yıldırım Beyazıt ın gözleri dolmuştu

Hayır asıl öpülecek el seninki!

SELAMUN ALEYKÜM HAYIRLI GECELER KARDEŞ LERIM  İLK ROBOTU YAPAN BÜYÜKLERİMİZ  ALAHIM RAHMET EYLESİN.  BU BÜYÜK LERİMİZİN ...
09/04/2025

SELAMUN ALEYKÜM HAYIRLI GECELER KARDEŞ LERIM

İLK ROBOTU YAPAN BÜYÜKLERİMİZ ALAHIM RAHMET EYLESİN. BU BÜYÜK LERİMİZİN ŞAFATİN DEN BİZLERİ MAHRUM EYLE MESİN İNŞALLAH

Osmanlı İmparatoru II. Abdülhamit‘in yaptırdığı ve Japonya’ya hediye olarak gönderdiği Alamet isimli robotun

Japonlar’ın günümüzdeki teknolojik gelişmelerinin ve teknoloji ülkesi olmasının sebebinin

Abdülhamid Han’ın yaptırmış olduğu “ALÂMET” isimli robot; dünyada ezan okuyan ilk saat olma özelliğine sahiptir. Sultan, bu muhteşem özelliklere sahip saati Japonya’ya göndermiştir. Muhtemel ki Japonlar, bugünkü robot teknolojilerini, semâ yapan, ezan okuyan bu saatten almışlardır.

1887 yılında Japon İmparatoru’nun yeğeni Prens Komatsu bir savaş gemisiyle İstanbul’a gelir. Abdülhamid Han’a birtakım hediyeler takdim eder ve Sultan ile görüşmelerde bulunur.

1889 yılında ise; Japon İmparatoru Meiji, İstanbul’a özel elçiler gönderir. Bu elçilerle birlikte; Sultan Abdülhamid Han’a özel hediyeler ve bir de özel bir mektup gönderir. Gönderilen bu hediyeler içersinde; Japonya’nın en büyük nişanı olan, Büyük Krizantem Nişanı’nı da vardır.

Bu Nişan, Sultan Abdülhamid Han’a takdim edilir. Özel mektupta ise Japon İmparatoru, Abdülhamid Han’dan; “İslâm dini, ilim ve teknolojik gelişmeler, vakıflar, hayır kurumlar vs. konuları ile ilgili olarak kendilerine Japonca veya Fransızca olarak bilgiler,” gönderilmesini rica eder.

alamet-robot

Abdülhamid Han, konuyu Şeyhülislam Cemâleddin Efendi’ye açar. Osmanlı’nın bilgi ve teknolojisi hakkında bilgi isteyen, deniz aşırı bir ülkeye, eli boş elçiler gönderilemezdi. İlk etapta; tezhipli bir Kuran-ı Kerim ve daha bir çok hediye, elçilerle Japon İmparatoru’na gönderilir. Diğer bilgiler için de süre istenir.

Bu süre zarfında Sultan Abdülhamid Han, Yeni Kapı Mevlihânesi saat sanatkârı, Musa Dede’yi Huzur’a çağırır. Musa Dede saat mekaniğini çok iyi bilen zattı. Sultan, Musa Dede’den; “çok iyi bir ekip kurarak, daha önce hiç yapılmamış, eşi benzeri

olmayan, teknolojik bir saat yapmasını,” ferman buyurur. Bunun üzerine Musa Dede, yedi kişilik bir ekip kurarak çalışmalara başlar. ” Daha önce hiç yapılmamış, dengi olmayan nasıl bir saat yapmalı ?” Diye derin düşüncelere dalar.

Birkaç gün sonra, Sultan Abdülhamid Han, çalışmalar hakkında bilgi almak için Musa Dede’yi Huzur’a çağırır. Musa Dede ve ekibinin çizdikleri projeleri inceler, ancak

bunlardan tatmin olmaz. Çünkü Musa Dede’nin getirdiği çizimler, klasik saat örneklerinin değişik versiyonlarıdır.

Huzur’da bulunan Derviş Dede’ye fikri sorulur. Derviş, kağıttaki çizimleri inceler ve şöyle der: “Bu saat Semâzen şeklinde olsun. Her saat başı, kollarını açıp semâ etsin ve gong çalsın.” Sultan

Abdülhamid Han projeyi eline alır, dikkatlice inceler, tefekküre dalar ve dahiyane şu fikri söyler: “Hayır gong çalmasın! Ezan okusun. Öyle bir tertip yapın ki, saat başı ezan okusun,” der.

Kağıda birkaç ayrıntı çizerek Musa Dede’ye verir. Musa Dede, “Ferman Sultanımındır,” diyerek düşünceli bir şekilde huzurdan ayrılır.

Guguklu, gonglu ve değişik melodili saatler mevcuttu. Bunlar; körük ve mekanik düzenlerle halledilebilirdi. Ama ezan sesi, insan sesiydi. Bu nasıl

yapabilirdi? Sultan’a, ‘ Efendim bu nasıl olur?’ Demeden Huzur’dan çıkmıştı. Musa Dede, bu düşüncelerde sahafları dolaşırken, Fakir Dede’ye rastlar. Fakir Dede Melâmi Mevlevî Meşreb bir zattı. Musa Dede, konuyu gizlice Fakir Dede’ye açar.

Fakir Dede, Musa Dede’yi neşeye boğan şu bilgileri vermişti: Frenk icadı Gramofondan ilham alınabilir. Edison 1877 yılında fonograf cihazını bulmuştu.

Ses kaydı yapan bu cihazı önerir. Gramofonun 1887 yılının 20 Eylülü’nde Emil Berliner tarafından patenti alınmıştı. Yani ezan okuyan saat yapmak mümkündü.

robot-alamet-abdulhamit

Hemen çalışmalara başlandı. Kısa bir süre sonra, Semâzen şeklinde, normal bir insan boyuna yakın, saatli bir

robot yapıldı. Robotun özellikleri şu şekilde idi: Kaideye oturtulmuş gövdesi; saat başı semâ ediyor, bu esnada kollarını açıyor, gümüş levhalardan

yapılmış etekleri açılıyor ve aynı anda ezan okuyordu. Etek kısmının üstündeki mazgallardan ezan sesi geliyordu. Öyle bir mekanizma kurulmuştu ki, tüm bunları yaparken yarım metre yürüyor, hem dönüyor ve ezan bitince de tekrar yarım metre geri giderek

yerine dönüyor; kollarını ve eteklerini indiriyordu. Robot’un tamamı gümüş ve altın kaplamadan yapılmıştı. Robot’un arka kısmında kurma yeri mevcuttu ve yedi günde bir kuruluyordu.

Robot’u Sultan Abdülhamid Han’a gösterdiklerinde, Sultan çok beğenmiş ve biraz da şaşkınlıkla; “Bunun ismi ALÂMET olsun. Bu tam bir ALÂMET,” demişti.

Alâmet’in, gövdesinin boyun kısmına yakın yerinde; altın işlemeli ay-yıldız, eteğindeki mazgalların altında ise, Osmanlı Devlet arması bulunuyordu.

Sağ kolunun altında ise, bu projede yer alan ustaların baş harfleri yer almıştı. Sultan Abdülhamid Han; asrın harikası, sanat ve teknoloji eseri olan, ezan okuyan bu robotu

Ertuğrul Fırkateyni ile Japon İmparatoru’na, özel bir mektup, başka hediyeler ve nişanlar ile beraber göndermişti.

Firkateynin kafile Başkanı Albay Osman Bey, gemi komutanı da Yarbay Ali Bey’di. Temmuz 1889 yılında İstanbul’dan yola çıkan gemi, 7 Haziran 1890 tarihinde Japonya’nın Yokohoma limanına varmış ve Japon Hanedanı tarafından görkemli bir tören ile karşılanmıştır.

Peki Alâmet neden bugüne kadar bilinmedi?

Biraz bu konuyu irdeyelim: Japon elçiler İstanbul’a gelip, Sultan Abdülhamid Han’a Japonya’nın en büyük nişanı olan Krizantem’i verdiklerinde, mukabiliyet esasına göre,

kendilerine Abdülhamid Han’ın da, Osmanlı Devlet’i adına Japon İmparatoru’na bir nişan verip vermeyeceği sorulur. Bunun üzerine Ertuğrul Firkateyni ile; Osmanlı Özel Nişanı ve yanında diğer hediye ve nişanlar, Osman Bey tarafından Japon İmparatoru’na takdim edilir.

Tarih kitapları ve Osmanlı arşivlerinde bu olaylar belgelerle sabittir. Fakat bilinmeyen konu şudur: Peki Alâmet isimli, ezan okuyan, saatli robottan neden hiç söz edilmez!

Bu işin sırrı da şudur. Belgelerde şöyle der: “Osmanlı nişanları, hediyelerle beraber Japon İmparatoru’na takdim edilmiştir.” Bu kısımlar Japonlar’a ait belgelerde ise şu şekilde mevcuttur: ” Osmanlı Devleti adına, Sultan

Abdülhamid Han’ın elçileri, Osmanlı nişan ve hediyelerini Japon İmparatoru’na sunmuşlardır.” İşin püf noktası, Alamet’ten bahsedilmemesinin sırrı burada saklıdır. Şimdi lütfen dikkat buyurun; Osmanlıca, Alâmet demek, nişan, işaret demektir. Yani ALÂMET kelimesinin Osmanlıca lügat karşılığı NİŞAN’dır. İşte sır budur. ALÂMETTEN; NİŞANLAR VE HEDİYELER

olarak kayıtlarda bahsedildiğinden, Alâmet adeta kamufle olmuştur. Yani bilerek bir saklama yoktur. Bugüne kadar tarihin tozlu sayfalarında saklı kalmış bir hakikat böylece ilk defa gün yüzüne çıkmış oldu.

alamet

Fakat yine de akıllara bazı soru işaretleri gelebilir? Meselâ, Japonlar niye bu robot (Alâmet) gerçeğini ifşa etmemişlerdir? Bu soruya şöyle yanıt

bulunabilir; o dönemlerde Japon Hanedanlığı karışıklıklar yaşıyordu. Saraylar ve bazı özel hediye mekanları yağmalandı, soyuldu. Alâmet o karışık dönemde, bu soygunlar esnasında birinin eline geçmiş

olabilir. Bir başka soru işareti ise; o dönemlerdeki saat firmaları acaba Alâmet’ten ilham almış olabilirler mi? Mesela, Seikosha saat fabrikası 1892 yılında kurulmuş, 1899 yılında ilk alarmlı saati piyasaya sürmüştür.

1881 yılında Kintaro Hattori tarafından Seiko Co. limited şirketi kurulmuştur. Soru şudur; acaba Alâmet bu saatlere ilham olmuş mudur?

Acaba Alâmet’in üzerinde bulunan 7 ustanın baş harfleri bir şeyler ifade ediyor mudur? Ezan okuyan saatlerin menşeinin Japonya olmasında acaba ne kadar Alâmet’in etkisi vardır?

Bilinmez ama bilinen bir şey varsa; ilk ezan okuyan ve robot sayılabilecek saati dünyada ilk defa Sultan Abdülhamid Han sahneye çıkarmıştır.

Sultan Abdülhamid Han; o zamanlar yaptığı bir açıklamada, “Bu teknolojinin daha da geliştirilmesi gerekiyor,” diye vurgular.

Alâmet’in tek resmi; muhtemelen YILDIZ yağmasında yanmış olup, deforme olmuş haliyle geride kalkan parçasına baktığımızda; bu projede görev alan ustalardan biri elinde kurma kolu ile görülmekte, yanında ise Alâmet bulunmaktadır.Resmin üzerinde, silinmiş Osmanlıca yazılar ve bir köşesinde silinmiş Japonca harfler yer almaktadır.



Bir ilginç açıklama da araştırmacı kardeşiniz haliten den ten geliyor;

Araştırmacı-halit kardeşinizin arşivinde yer alan Alamet’in orijinal fotoğrafları Yıldız Sarayı yangınında zarar görmüş. Ancak fotoğrafın kalan parçaları bile 120 yıl sonra ilk kez gündeme gelen bu ilginç olayı anlatmaya yetecek bir fikir

GONG YERİNE EZAN SESİ

İlk Milli Uçağı Yapan Vecihi HürkuşYeşilçam Filimlerinde Sakar pilot  OLarak ALay Edilerek AşağılandıBizden Bir Sap OLma...
09/04/2025

İlk Milli Uçağı Yapan Vecihi Hürkuş

Yeşilçam Filimlerinde Sakar pilot OLarak ALay Edilerek Aşağılandı

Bizden Bir Sap

OLmaz ALgısını Yutturmak İçin. Eziklikle Yayılıp Oturalım

Üretmeyelim Diye

Oysa Hezarfen Ahmet Çelebi

Mimar Sinan

Cezeri, Farabi

Lokman Hekim

Cabir bin Hayyan

İbn-i Sina

İbn-i Heysem Gibi

Dünyaya Bilimi Öğretmiş

Ecdâdın Torunlarıyız

Elham Dulillah

ARGEDER ARAŞTIRMACILIKDERKİKANSER ÇALIŞMALARIMIZ DEVAM EDİYOR HAMDOLSUN İLK MİKROBU BU LANDA BİZİZ  ELHAM DULİLLAHAKŞEMS...
09/04/2025

ARGEDER ARAŞTIRMACILIK
DERKİ

KANSER ÇALIŞMALARIMIZ DEVAM EDİYOR HAMDOLSUN

İLK MİKROBU BU LANDA BİZİZ

ELHAM DULİLLAH

AKŞEMSEDDİN'İN BÜYÜK

BULUŞU MİKROP

Akşemseddin (1389-1459)¸ 15. yüzyılın büyük sufilerinden ve çok yönlü ilim adamlarındandır

Bugüne değin Akşemseddin'in manevî-tasavvufî kişiliği¸ dinî ilimlerdeki çalışmaları İstanbul'un fethindeki manevî katkısı

Fatih'in yetişmesi ve fethe hazırlanmasındaki rolü üzerinde çokça durulmuş

ancak fennî ilimlerdeki derinliği¸ ihtisası ve eserleri üzerinde yeterince durulmamıştır

Bu bakımdan bilhassa tıp alanındaki incelemeleri¸ yazdığı kitaplar ve çok daha önemlisi ortaya koyduğu

teşhis ve buluşlar onun keşfedilmemiş yönlerinden birini teşkil etmektedir.

Buna eğilmeden önce Akşemseddin'i tanıyalım

Asıl adı ile Şeyh Muhammed Şemsettin Bin Hamza'dır. 1389 yılında Şam'da doğmuştur

Soyu¸ Ebu Bekir'e (r.a.) dayanmaktadır.

Saç ve sakalının ak olması ve beyaz elbiseler giymesinden dolayı

Akşeyh” veya “Akşemseddin” adlarıyla meşhur olmuştur.

Küçük yaşlardan itibaren ilme ve sanata büyük ilgi duymuştur. İlim tahsilini

(medrese öğrenimini)

zamanın büyük velisi Hacı Bayram-ı Veli'nin rahle-i tedrisinde tamamladıktan sonra

seçkin bilginler arasında yerini almıştır. Üstün zekâsı¸ kabiliyet ve gayretiyle kendisini ilme ve kitaplara adamış; başta İslâmî ilimler olmak üzere

tıp¸ astronomi¸ biyoloji ve matematik gibi fennî ilimlerde de zamanın ünlü âlimleri arasına girmeyi başarmıştır.

Tıp Alanındaki Çalışmaları

Akşemseddin dinî ilimlerin yanı sıra

tıbbî ilimlerde de geniş bilgiye sahipti

Taşköprüzade¸ Şakâik adlı kitabında

Emir Hüseyin Enisî ise¸ Menâkıb-ı Akşemseddin isimli eserinde onun için “Lokman-ı Sânî

(İkinci Lokman) ve “Tabib-i Ebdân” (Beden Doktoru) tabirlerini sarf etmişlerdir.

Yaşadığı çağda onunla yarışabilecek çapta fazla bir kimse olduğunu söylemek herhalde mübalağa olmaz

Hastalıkların teşhisini yanılmadan hemen koyar¸ ilacını da bizzat kendisi hazırlardı.

Tıp alanında üç eser kaleme almıştır

Bunların en meşhuru

“Maddetü'l-Hayat” veya “Maidetü'l-Hayat” (Hayat Maddesi) ismiyle bilinen eserdir. Bu sahada ortaya koyduğu bir başka mühim eser de “Kitab-ül-Tıp” (Tıp Kitabı) idi.

Büyük Keşfi: Mikrop Olan

Akşemseddin tıp ve bulaşıcı hastalıklar üzerinde mühim çalışmalar yaptı.

O dönemlerde salgın hastalıklar binlerce kişinin ölümüne sebep oluyordu

Oysa
Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'in ifadesiyle “Her derdin devası vardı.” gerçeğini biliyordu

Hastalığın hangi yollarla bulaştığı tespit edilip¸ ona göre tedavi edilebilirdi

Akşemseddin bu konuda derin araştırmalara girişti. “Hastalıklar insandan insana¸ gözle görülmeyecek kadar küçük tohumlar vasıtasıyla

geçer.” görüşünden hareketle¸ bilim tarihinde ilk “mikrop ve bulaşma

tezini ortaya attı. Mikrobu tarif ederek vücuda girdikten sonraki kuluçka ve gelişim dönemlerini açıkladı.

Bununla ilgili olarak 17 sayfadan oluşan “Maddetü'l-Hayat

adını verdiği risalede (kitapçıkta)

şu neticeye vardı: “Marazların (hastalıkların)

insanlarda teker teker peyda olduğunu

(ortaya çıktığını) zannetmek yanlıştır. Hastalık insandan insana bulaşmak suretiyle geçer

Bu bulaşma gözle görülemeyecek kadar küçük¸ lâkin canlı tohumlar vasıtasıyla olur

Cümle marazların (hastalıkların)

sûret-i nev'iyyesi hasebiyle (çeşitli suretleri bakımından) nebât ve hayvanlarda olduğu gibi tohumları ve asılları vardır¸ ot tohumu ve ot kökü gibi�”

Böylece Akşemseddin¸ mikrobun tarifini yapmış¸ her türlü hastalığı

gözle görülmeyecek canlıların yaptığını dünyada ilk defa keşfetmiş oluyordu.

Bu noktada ben halit polat
mikroorganizmalardan bahseden ilk kişi ve “Mikrobiyolojinin babası” olarak sayılması gerektiğini düşünü yorum

“Maddetü'l-Hayat”¸ Edirne'deki Sultan II. Bayezid Külliyesi

Tıp Medresesi başta olmak üzere Osmanlı'daki birçok tıp medresesinde ders kitabı olarak okutulmuştur

Osmanlı döneminde bu eserin istinsah (kopya) edilerek neşredildiği bilinmektedir

Akşemseddin¸ büyük keşfini yaptığında¸ mikroskop henüz icat edilmemişti

Bugün bilim adamlarına düşen başlıca görevlerden biri de şudur: Söz konusu büyük yanlışı düzeltmek ve mikrobu ilk bulan bilgin olarak Akşemseddin'e ilim tarihinde hak ettiği yeri vermek.

Kanseri de Biliyordu!

Akşemseddin'in¸ o devirlerde “seratan” ismiyle anılan “kanser” hastalığıyla da ilgilendiği¸ bu alanda da derin araştırmalar yaptığı rivayet edilmektedir. Bu hastalığa yakalanan Sadrazam Çandarlı Halil Paşa'nın oğlu Kazasker Süleyman Çelebi'yi tedavi ettiği söylenmektedir. Fakat bu çalışmaları hakkında teferruatlı bilgi ve kayda sahip değiliz.

Halil Paşa'nın oğlunun tedavi edilmesiyle ilgili yaşanan şu hadise¸ onun tıp alanındaki uzmanlığını ispatlamaya yetecek ölçüdedir:

Bir gün Vezir Halil Paşa´nın oğlu hastalanmıştı. Devrin ünlü doktorlarının hepsi çağrıldı. Tedavi etmeye çalıştılar

Kendilerine göre bir kısım ilaçlar hazırladılar. Akşemseddin de davet edildi. İçeri girince saygıyla karşılandı. Akşemseddin'in ilk işi

doktorların nasıl bir teşhis koyduklarını ve ne gibi ilaçlar hazırladıklarını sormak oldu. Hastayı bir de kendisi muayene etti. Yapılan teşhisi ve uygulanan

tedaviyi/ilaçları yanlış buldu. Hekimler itiraz etseler de¸ Akşemseddin hepsini susturdu

Kendisi bir ilaç hazırladı ve hastaya içirdi. Çok geçmeden hasta iyileşti ve tüm doktorlar şaşırıp kaldı.

Akşemseddin bitkiler üzerinde geniş araştırmalar yaptı ve eczacılık ilminde de kendisini geliştirdi. Hangi bitkinin hangi hastalığa iyi geldiğini çok iyi biliyordu

Bitkilerden yaptığı ilaçlarda öylesine uzmanlaşmıştı ki¸ bir bitkiyi gördüğünde hangi hastalığa deva olabileceğini

hemen kestirebiliyordu. Fatih'in kızlarından Gevherhan Sultan'ı¸ bitkilerden yaptığı ilaçlarla tedavi ederek iyileştirdiği meşhur anlatımlardandır.

İlaç yapmak için dağlardan bitki toplarken onların dile geldiği ve “Ben şu hastalığa iyi gelirim.” dediği rivayet edilmiştir

Akşemseddin'in keramet sahibi¸ Allah'ın veli bir kulu olduğu düşünüldüğünde¸ bunun gerçekliği herhalde abartı olmaz.

Akşemseddin¸ bedenî hastalıkların olduğu kadar ruhî hastalıkların da hekimiydi. Ona bu anlamda “Tabib-i Ervah” (Ruhların Doktoru) derlerdi. Devrinde hastaları hızla sağlığına kavuşturmasıyla ünlendi. Bu konudaki hünerleri kitaplar ve menkıbelerde geniş yer işgal etti. En önemlisi de

Adını Tarihe Ve Bilim Tarihine

Altın Harflerle

yazdırdı Elham Dulillah

Address

Merkez
Gaziantep
27500

Alerts

Be the first to know and let us send you an email when Kamu Yararına Bilimsel Araştırma Geliştirme Buluşlar Derneği posts news and promotions. Your email address will not be used for any other purpose, and you can unsubscribe at any time.

Share

Share on Facebook Share on Twitter Share on LinkedIn
Share on Pinterest Share on Reddit Share via Email
Share on WhatsApp Share on Instagram Share on Telegram