Prof. Dr. Vedat Köseoğlu

Prof. Dr. Vedat Köseoğlu Bu sayfa doktorumuzun hastaları tarafından kurulup düzenlenmiştir.
ÇocukDoktorunuz Çağrı Merkezi: ==> 444 2 313

23/08/2024

Üstün Zekalı İnsanların Yalnız Kalmayı Tercih Etmesinin 9 Nedeni

1. Verimliliğe Değer Verirler

İnsanlar genellikle gruplar halinde iyi çalışırlar çünkü kolektif güçlerini bireysel zayıflıklarını telafi etmek için kullanabilirler. Ancak akıllı insanlar için, büyük resme bakarken diğerlerinin küçük ayrıntılara dikkat etmesi ve diğerlerinin çok önde olması sinir bozucu olabilir. Zeki insanlar genellikle arkadaşlıktan hoşlanmadıkları için değil, işleri daha verimli halledeceklerine inandıkları için yalnız çalışmayı seçerler.

2. Çoğunlukla Farklı Bir Bakış Açısına Sahiptirler

Zeka ve merak el ele gittiğinden, zeki insanlar düşünmeye ve gözlemlemeye çok zaman harcarlar. Bu onların etraflarındakilerden daha derin bir içgörü ve farklı bakış açıları kazanmalarını sağlar. Benzersiz algıları ve ince kalıpları tanıma yetenekleri nedeniyle, genellikle başkalarının kolayca gözden kaçırabileceği yanıtları ortaya çıkarırlar ve çoğu insan için açık olmayan çözümleri keşfederler. Ve bu muhtemelen neden farklı düşünenlerin en parlak mucitler ve yaratıcı dahiler olma eğiliminde olduklarını açıklıyor.

3. Farklı Olmaktan Rahattırlar

Bazıları onları yalnız, garip veya sıra dışı olarak adlandıracak, ancak bu insanlar kendilerinden ve kendi düşünce tarzlarından tamamen memnunlar. Farklı kişilikleri ve düşünce kalıpları, hedeflerine ulaşmada onlara iyi hizmet eder. Zeki insanlar yalnızlık içindeyken kendi hallerindedirler ve hesap verecek kimseleri olmadığı için sessizlikte rahatlarlar.

4. Yalnızlık Başkalarını Takdir Etmelerine Yardımcı Olur

Son derece zeki insanların yalnızlığı tercih etmesi onların münzevi olduğu anlamına gelmez. Aslında onların büyük çoğunluğu başkalarını gerçekten önemsiyor ve en cömert yardımseverler arasında yer alıyor. Başkalarına karşı daha fazla takdir geliştirmelerini sağlayan şey aslında yalnız vakit geçirmektir.

5. Sosyal Onay Aramıyorlar

Onaylanma, kişinin zeka düzeyi ne olursa olsun var olan temel bir insan arzusudur. Kabullenmek kadar önemlidir. Aradaki fark, çoğu zeki bireyin bunu karşılaştıkları herkeste aramamasıdır. Küçük arkadaş çevreleri onlara ihtiyaç duydukları tüm onayı sağlar. Akıllı insanlar genellikle olumsuz görüşleri görmezden gelecek kadar özgüvenlidirler. Onaylanma konusunda umutsuz değiller ve diğer insanların onları beğenip beğenmemesini pek de umursamıyorlar.

6. Okumaya Çok Zaman Harcarlar

Okumak zekayı geliştirmenin en iyi yollarından biridir. Kelime dağarcığını, sözel becerileri ve genel bilgiyi geliştirir. Zeki bireyler, ellerine geçen her şeyi okuyarak kendilerini eğiten hevesli okuyucular olma eğilimindedirler! İnsanlar, kültürler, hayvanlar, tarih ve genel olarak dünya hakkında bilgi edinmekten hoşlanırlar. Okumak huzur ve sessizlik gerektirdiğinden başkalarının yanındayken yapabilecekleri bir şey değildir. Bu nedenle genellikle okumak için yalnız bir alan ararlar.

7. Fırsatları Kaçırmaktan Korkmuyorlar

Fırsatı kaçırma korkusu, heyecan verici veya ilginç bir olayın şu anda başka bir yerde gerçekleşebileceğine dair rahatsız edici kaygı hissini ifade eder. Elbette bu herkesi etkileyebilir. Ancak zeki insanlar şu anda yaptıklarına anlam bulmaya çalışırlar. Bu onların kendilerini daha tatmin olmuş ve tatmin olmuş hissetmelerini sağlar. Başka bir şeyi kaçırmaktan endişe etmek yerine sadece anın kıymetini bilmeyi seçiyorlar.

8. Çoğunlukla Farklı Programları Vardır

Zeki bireylerin, daha düşük IQ'ya sahip insanlardan farklı uyku döngülerine sahip olma olasılıkları daha yüksektir. Araştırmalar zeka ile yatma zamanı arasında güçlü bir ilişki olduğunu gösteriyor. Temel olarak, ne kadar geç kalkarsanız IQ'nuz o kadar yüksek olur. Bu, akıllı insanların geceleri çalışmayı ve gündüzleri uyumayı tercih eden gece kuşları olma eğiliminde oldukları anlamına gelir. Genellikle akşamın ilerleyen saatlerinde zirveye ulaşırlar, bu da onlara yaratıcı çabalar, icatlar ve hayal gücü gibi şeylere adamak için bir enerji patlaması sağlar. Sonuç olarak, programları her zaman başkalarınınkiyle örtüşmüyor ve sosyalleşmek için onlara daha az zaman kalıyor.

9. Kararlar İçin Daha Sessiz Zamanlara İhtiyaçları Vardır

Zeki insanlar birçok kararın dikkatli bir şekilde değerlendirilmesi gerektiğini bilir ve düşüncelerini işlemek için biraz alana sahip olmayı tercih ederler. Bu nedenle genellikle yanıt vermeden önce durumu düşünmek için ekstra süre isterler. Mümkün olduğu kadar çok bilgi toplama eğilimindedirler ve bir sonuca varmadan önce olayları her açıdan analiz etmeye zaman ayırırlar. İşte karşınızda. İnsan etkileşiminin insanları daha mutlu etmesi beklenirken, zeki insanlar yalnız olmaktan daha memnun görünüyor.

21/08/2024

UTANÇ VERİCİ BİR AÇIKLAMA

Demokratik kurallarla, anayasa ve yasalara bağlı, hukukun üstünlüğünün kabul edildiği bir yönetimle yönetilen bir ülkede asla söylenemeyecek bu açıklama esef vericidir.

"Şimşek'i istifadan vazgeçirdiği öne sürülen Cevdet Yılmaz: Cumhurbaşkanımız çok kazanandan çok vergi alınmasından yana

İletişim Başkanlığı Dezenformasyonla Mücadele Merkezi (DMM), "Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, görevinden istifa etmek istedi, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz ikna etti. İstifa nedeni, zenginlere getirilen vergi affı" iddiasını yalanlayarak, "Piyasalarda tedirginlik ve güvensizlik oluşturmaya yönelik kasıtlı bir şekilde dolaşıma sokulan dezenformatif haberlere itibar etmeyiniz" ifadelerini kullandı. Bakan Mehmet Şimşek'in, X hesabından İletişim Başkanlığı'nın açıklamasını retweet ettiği görüldü. Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz da iddialara tepki göstererek, "Aziz milletimiz Sayın Cumhurbaşkanımızı da bu yalanları yaymaya çalışanları da gayet iyi tanımaktadır" dedi. Yılmaz, yasal düzenleme sürecinin hiçbir aşamasında "zenginlere vergi affının gündeme gelmediğini belirterek, "Sayın Cumhurbaşkanımızın vergi paketi hususunda tercihleri, tam aksine net bir şekilde geniş kesimlerinden yana, çok kazanandan çok almayı öngören bir yaklaşım ile çalışmaların yapılması yönünde olmuştur" ifadelerini kullandı."(T24 HABER)

Bu ülkede vergi mükellefleri çok iyi bilirler ki çok kazanan ve bu kazancının belgelemiş olan herkes yasaların öngördüğü en yüksek orandan vergisini ödemektedir. Çok kazanan ve zaten vergisini düzenli ödeyenden "Çok kazanıyorsun" diyerek daha çok vergi almaya çalışmak, varlık vergisi ya da servet avcılığı kapısını aralamanın tam ifadesidir. Sorun çok kazandığı halde hiç vergi ödemeyen ya da olabildiğince az ödeyen daha da ötesi vergi borçları silinen, affedilen büyük vergi mükelleflerinden yasanın emrettiği vergiyi ALAMAMAK VEYA BİLİNÇLİ BİR ŞEKİLDE ALMAMAKTADIR. Açıklamada yer alan bu talihsiz ifadeden anlaşılacağı üzere bu grupta yer alan mükelleflere dokunma ve vergi almak yerine iyi vatandaş olup vergisini düzenli ödeyenin sırtına yeni bir yük bindirilmesi hedeflenmektedir. Bunu yaparken kamuoyunun hoşuna gidecek şekilde "Çok kazanandan çok vergi" sloganın ortalığa salınmasıyla yapılanın hoş ve olması gereken gibi gösterilmesine çalışılmaktadır.

Esefle kınıyorum...

Dr. Vedat Köseoğlu
Dr. Vedat Köseoğlu

15/08/2024

Osmanlı’da Tropik Meyve Katliamı

Batılılaşmanın getirdiği bilimsel bakışa direnme gösteren saray çevresi ve bu yapıdan beslenen gruplar ülkeye getirilen veya getirilmeye çalışılan yeniliklere, farklı yaklaşımlara, yiyeceklere, kahveye, tütüne değişik bakış açısıyla karşı çıkmıştır. Matbaadan, uzay bilimlerinden uzak durmak için elinden geleni yapan bu çevreler, ülkeye getirilmiş yeni ve farklı yiyecekleri de yok etmek veya kabul etmemek için de büyük çaba göstermiş ve olmadık entrikalar çevirmişlerdir.

30 Ekim 1757 ile 21 Ocak 1774 tarihleri arasında hüküm süren V. Osman döneminde Taif Valisi olan Ratib Paşanın, ülkeye dönerken getirdiği kivi fidanları önce Çırağan sarayının bahçesinde çoğaltılmış, sonra da Emirgan sırtlarında büyük bahçeler oluşturularak çokça yetiştirilmiştir. Oldukça başarılı bir şekilde üretilen meyveler saray çevresinde çok tutulmuş ve padişahın sofrasını süslemiştir. Ratib Paşanın bu meyve sayesinde artan tanınmışlığı diğer zevat arasında dedikodulara yol açmış ve arkadan arkaya yeni planlar yürürlüğe konulmuştur. Karşı çevreler Şeyhülislam Nuri Efendiyi de aralarına alarak, bu meyvenin kilise meyvesi olduğunu yaymışlar ve bu meyveyi yiyenlerin dinden çıkacağı fetvasını vermesini sağlamışlardır. Bunun üzerine çok hiddetlenen padişah V. Osman Ratib Paşayı Emirgan’da kivi ağaçları arasında boğdurmuş ve paşanın naaşı Aşiyan yokuşundaki Helvacı baba sokağının köşesine defnedilmiştir. Bugün İstanbulluların her gün yanından geçerken dua edip, bez bağladığı, çiftçilerin ürünlerinin artması için gidip dua ettiği Çok Veren Baba türbesinde işte bu meyveyi Osmanlı’ya tanıştıran merhum Ratib Paşa yatmaktadır.

Böylece, bu durum, akıl ve bilim dışı uygulamaların insan ve ülke açısından ne kadar acı sonuçlar doğurabileceğinin bir gerçeğini göstermekte olup, zamanımızda bile okuyup, araştırıp, öğrenmeden karar vermenin, körü körüne bağlanmanın ne kadar yanlış olduğunu göstermektedir. Tarihten bize aktarılan bu önemli hikaye ve anıları mutlaka dikkatle okumalı, ondan sonra karar vermeli ve günümüz gerçekleri ile tamamen bağdaştırmalıyız. Okurken, inanırken gerçeği araştırmak, doğruyu bulmak, hangisi uydurmadır, safsata haber ve bilgidir ayırmak ve bunlardan uzak durmak her insan için temel yaklaşım olmalıdır.

O yüzden bilim ışığından asla uzaklaşmamalı, yanıltıcı bilgilerden, kasıtlı yönlendiricilerden kaçınılmalı ve bu yazıyı dikkatli bir şekilde okuyup anlamak için yazının üçüncü paragrafının, ikinci cümlesinin dördüncü, yirminci ve aynı paragrafın üçüncü cümlesinin sekizinci kelimelerini art arda yazarak bu yazının ana fikrini özellikle öğrenmek gereklidir.

Dr. Vedat Köseoğlu

29/07/2024

SERTİFİKASYONDAN SERDEFEKASYONA…
Huzur İçinde Bir Yolculuk…

Geçtiğimiz son iki hafta içinde lise ve üniversitelere girişler için yapılan sınavların sonuçları açıklandı. Bunun yanında ülkenin en eğlenceli gazetesi olan Resmi Gazete’mizde üniversitelerimize ihdas edilen yeni öğretim üyesi kadroları ve mutat olduğu üzere değişik üniversitelerde boş akademik kadroların başvuruya açıldığı ilan edildi.

Şüphesiz ki bilim çağı içerisinde olduğumuz için ülkemizin bilimsel gücünü katlamaya yönelik bu gayretleri alkışlamaktan yanayız. Ancak bir elimiz gitse de ikinci elimiz konuya eşlik edemediği için pek alkış sesi çıkaramıyoruz.

Beşikten mezara kadar eğitimimiz bambaşka ve tamamen neoliberal bakışa çevrildiği için, okuyanların ne okuduğunu, okuduklarının ne kadarını anlayabildiklerini ve elde ettikleri bilimsel, çağdaş bakış ile dünya bilim camiasına ne kadar katkıda bulunduklarını anlama ve ölçme yeteneğinden maalesef giderek uzaklaşıyoruz. Öyle ki her lise mezununu neredeyse istemedikleri zaman bile elinden tutup zorla üniversiteye kaydedip okusun diye uğraşır olduk. Olduk da gönderdiğimiz üniversiteler ve onları eğitecek öğretim üyeleri gerçekten bu iş için uygunlar mı diye hiç düşünmedik. Bir zamanların dershanelerini bir gecede liseye dönüştüren muktedir güç, ülkenin ihtiyacına, kapasitesine ve gerekliliğine bakmadan liseden beter hızda özel üniversiteler açtı, bazısının yeri, bazısının hocası yokmuş, hatta bazısı hayali imiş hiç umursamadı. Önemli olan diploma idi şüphesiz. Diplomayı verdik mi tamamdı. Zaten diploma dediğiniz, belge dediğiniz, sertifika dediğiniz ne idi ki? Bir kağıt parçasından öte ne olabilirdi? Bazen bazı işleri yapmak için gücünüz varsa diploma da gerekmiyor olabilirdi, ama doğrusu matbaalar pek havalı diplomalar basabiliyordu. Nitekim de öyle oldu. Lise, üniversite, yüksek lisans, doktora, ihtisas hepsi kolay halledilir oldular. Şükürler olsun ki geçen yıl baraj kalktı da her Türk evladı eksi puan alsa bile artık üniversiteye girebiliyor. Ondan öncesinde çocuklara gereksiz zorluk ve iş yaratıyorduk. Git parayı ver ya Kıbrıs’ta ya da bilmem ne ülkesinde üniversiteye kayıt yaptır. Bir daha uğrama ama ilk köşeyi dönünce herkesin emek verip eziyet çekerek girdiği fakülteye hooop transfer ol, sen sağ ben selamet diplomayı al. Sonra da yüksek lisans vs gibi basit basamakları geçip yoluna devam et. Hatta bu yola girmeden politikaya atıl parayı bastır ülkeyi dürüstçe (!) yöneteceğim diye ortaya çık. Tıp Fakültesine gir doktor ol, açılan 200 uzmanlık öğrencisi kadrosu ile kendini filan klinikte eğitim göreceğini sanarak ihtisasa başla, 200 kişi ancak birbirini görebildiği için hasta göremeden ihtisası bitir uzman ol, eline bistüri değmiş, değmemiş önemli değil. Bu kadroları açanlar da nasıl olsa sana ameliyat olmayacaklar zaten. O yüzden senin eğitiminin kalitesi onları pek umurunda değil. Sonrasında doçent, profesör olmak istersen artık o sudan kolay bir iş. Her gün tonlarca kadro ihdas edip, açıyoruz biri olmazsa birine mutlaka girersin elinde dosyan pardon mektubun varsa. Eskiden sınav falan vardı artık o da yok zaten.

Hepsi bu kadar mı? Değil tabii ki. Aslında bir hekim gözetimi veya kurumda çalışması gerek meslek mensuplarının diplomayı alır almaz belediyeden kaptıkları ruhsat ile danışmanlık ofisi açmaları da çok sıradan zaten. Öyle ki çoğu filan üniversitede uzaktan el sallayarak yaptığı tezli/tezsiz çok yüksek lisanslarla yola çoktan çıkmış oluyorlar.

Bunların dışında bir grup var ki orada durum daha da feci. Bu grup sertifikacılar grubu. Kerametleri kendine menkul hoş ve de çok boş üniversitelerimiz şu kadar saat, bu kadar saat yakından, uzaktan eğitimler icat edip lisans eğitimi olsun olmasın, lisans eğitimi bahse konu alanla ilgili olsun olmasın parayı bastıran halkımıza sertifika dağıtıyorlar. Bu grupta saati kadar konuşup sertifika elde eden güzide halkımız da birden kendini psikoloğun, psikiyatristin, çocuk doktorunun, kadın doğum uzmanının yerine koyup kendini konunun uzmanı ilanı edip, piyasaya açılıyor ucuz iş alanı oluşturuyor. Bundan ala ne var ki? Sonra fizik lisansı okuyan TRT’de çıkıp psikolog gibi program yapıyor, sosyoloji okuyan ben çocukken psikiyatriye ilgi duyardım diyor, pazarlamacı, işletmeci, iki çocuk doğuran ev hanımı kendini uyku meleği, koçu ilan ediyor. Üç kere boşanmış hanımefendi aile terapisti olurken filan alanda uzmanlığı olan hekim kaş kaldırıp, yanak dolduruyor…

Anlayacağınız ülkede eğitim kalitesi giderek yükseliyor. Artık herkes her işi iki sertifikasyonla yapıyor. Ekmek elden sertifika bir yerden halindeyiz. Ülkemiz, halkımız huzurlu ve uykulu bir yolculukta hayatını sürüyor.

Bildiğiniz üzere “ser” baş demek, kelime ser ile başlayınca defekasyon da kolay oluyor…

İyi uykular Türkiye

Dr. Vedat Köseoğlu

MEKTEBİN BACALARITüfek icat oldu mertlik bozuldu. Instagram çıktığından beri yol kayboldu, iz yok oldu. Her eline telefo...
15/07/2024

MEKTEBİN BACALARI

Tüfek icat oldu mertlik bozuldu. Instagram çıktığından beri yol kayboldu, iz yok oldu. Her eline telefonu alan bir video çekip reklam yapar, bilgi verir oldu. Instagram hoca videosundan geçilmiyor. Bir tarafta sürekli din(?) anlatan hocalar, bir tarafta sürekli hasta bilgilendiren hocalar. Aslında gerçeğe bakarsanız ikisi de tat kaçırıyor...

Durum eski yılların muhteşem sesi Muazzez Türüng meşhur türküde anlatıyor... Mektebin bacaları, ders verir hocaları...

MEKTEBİN -Instagram-BACALARI

Instagram bacaları -Vay Lele Lele Lele-
Ders verir hocaları -Uy Amman Can Kurban-
Kim der/dini sorarsa -Vay Lele Lele Lele-
O’dur peşincileri vay -Uy Amman Can Kurban-

Kaç hoca var kadir Allah -Vay Lele Lele Lele-
Bu sevda nedir Allah -Uy Amman Can Kurban-
Ya benim randevum ver -Vay Lele Lele Lele-
Ya beni öldür Allah Vay -Uy Amman Can Kurban

02/07/2024

RAM OLMAK…

Son yıllarda siyasi literatürümüze yeni bir tanım girdi. “Görevden affını istemek”. Son yıllarda atanan bakanlar, yüksek bürokratlar artık görevlerinden af isteyerek ayrılıyorlar. Kimse istifa edemiyor. Apaçık, ilan edilmemiş olsa da bu zevatın istifa etmesi yasaklanmış gibi görünüyor.

İstifa etmek bireysel bir tasarruftur. Bugün; çalıştığınız işten elde ettiğiniz gelirden, bizzat görevin kendisinden memnun olmadığınızda ya da kendi görev alanınızda, sorumluluğunuzda ve karar sahanızda olanlara karar vermeniz ve istediklerinizi yapmanız engellenip, bir üstün dediklerini yapmaya zorlandığınızda bu benim kişiliğimle bağdaşmaz deyip onurlu bir şekilde istifa edersiniz…
Aslında istifa bir nevi başkaldırı, bir nevi dik durmadır. Özgüvendir, haklarını savunmak ve korumaktır. Erdemli bir davranıştır. Kişinin köle olmadığının, bağımsızlığının bir göstergesidir.

Bugünlerde gördüğümüz tablo tam bir “ram olma” halidir. Boyun eğme, boynum kıldan ince demektir. Bürokrasiye, makama, kişiye saygı duymak farklı ram olma hali farklıdır. Akıl ve yetisi dışında davrana, kukla rolü üstlenen bu zevatın ülkeye nasıl bir faydasının olması beklenebilir ki? Görevden ayrılırken bile kendi karar veremeyenler ne için karar verebilirler? Bugüne kadar bu zevattan hiçbirisi de yiğitçe, mertçe çıkıp ben istifa ettim diyemedi değil mi?

Gelen gideni aratmaz. Arayacak bir şey yok. Sadece portreler değişir. Büyük el ve karar verici aynıdır.

Yaşasın otokrasi….

Dr. Vedat Köseoğlu

31/05/2024

G Ü N Ü N S Ö Z Ü:

"Eğer bunu başarabilirsek bir sonraki adıma da ihtiyaç kalmayacağını düşünüyoruz."

Sonraki adım?

27/05/2024

S O R U N...

Ülkemizde başıboş gezen köpek sorunu yoktur. Ülkenin ana sorunu, başıboş belediyeler sorunudur. Yıllar yılı top, balon dağıtıp, sünnet alayları düzenleyen ama bu arada sadece sünneti kılıp farzı unutan belediyeler sayesinde durum bu noktaya ulaşmış bulunmaktadır. Şüphesiz ki onların bu sorumsuzluklarının cezasını bu canlılar çekmeyecektir. Uyutulması gereken birileri varsa yıllardır asli görevlerini yapmayıp, imar planı değişikliği yapıp rant peşinde koşan, trafik düzenini kötüleştiren, şehirleri çirkinleştiren, asıl işleri ninni söyleyip vatandaşı uyutmak olanlardır.

21/05/2024

P A R A D O K S

Bildiğiniz üzere tanınmış pek çok paradoks vardır. Epimenides paradoksu, Olbers paradoksu, Fermi paradoksu vb. Bunlar bütün dünyaca bilinen paradokslar olmasına karşılık, bizim ülkemizi ilgilendiren bir paradokstan kimsenin pek bir haberi yoktur.

Bu paradoksa kısaca "Taşa çıplak ayakla basma" paradoksu diyebiliriz. Bildiğiniz üzere bizim ülkemizde genç kızlar taşa çıplak ayakla basarlarsa çocukları olmaz. Buna karşılık bütün hayatları çıplak ayakla dolaşarak geçen Hintliler ve Afrika yerlileri sürekli çocuk doğururlar. Bir taraf taşa bastığı üçün çocuk doğuramazken diğer taraf sürekli ve aşırı doğurabilme kapasitesine ulaşmaktadır. Bu konu ilginç bir paradoks oluşturmaktadır.

Tanrı korusun, Hintliler bir de çıplak ayakla dolaşmasalar kim bilir nasıl artarlardı?

Dr. Vedat Köseoğlu

08/04/2024

Değerli Ebeveynlerimiz, Sevgili Çocuklarımız,

Ramazan Bayramınızı tüm ekibimizle birlikte en içten duygularla kutluyor, nice sağlıklı, mutlu güzel günler diliyoruz.

Bu vesile ile muayenehanemizin 9-10-11-12 Nisan 2024 tarihlerinde kapalı olacağını, anılan tarihlerde muayenehane telefon (4442313) ve Whatsapp (05334558871) hatlarından iletişim kurulamayacağını, sadece mobil uygulamamızın mesaj sisteminin haberleşme için açık olacağını, ayrıca kişisel telefonuma ait Whatsapp hattının haberleşmede kullanılamayacağına özellikle dikkatinizi çekmek isteriz.

Bilgilerinize sunar, ilginize teşekkür ederiz.

Dr. Vedat Köseoğlu

22/03/2024

G Ü N Ü N T A L E B İ:

Emniyet Genel Müdürlüğünü kamuoyunu aydınlatıp bilgilendirmek için bugünlerde adayım diye ortalıkta dolaşan ve yurtdışında (özellikle KIBRIS, AZERBAYCAN ve ESKİ DOĞU BLOKU ÜLKELERİ) yüksek öğrenim gördüklerini iddia eden çok değerli vatandaşlarımızın bu ülkelerde öğrenim gördüklerini iddia ettikleri dönemlerdeki, öğrenim süreleri boyunca ülkeden bütün çıkış ve giriş kayıtlarını ve ilgili ülkelerde ne kadar süre kaldıklarını açıklamaya davet ediyorum...

Adaylarımız şaibe altında kalmasınlar, o kadar emek verip gidip taa oralarda okumuş ilim irfan sahibi olmuşlar... Değil mi?

Dr. Vedat Köseoğlu

10/03/2024

PAZAR YAZILARI

ESNAF ZİYARETİ

Günaydın Efendim! Malumunuz bugün Pazar, ben de güne bugünlerde çok yaygın olan bir esnaf ziyareti ile başladım. Oturduğumuz sitede büfeden biraz büyük bakkaldan biraz küçük orta boyluca, Mustafa Bey ve iki oğlu tarafından çalıştırılan ekmek, gazete vb. satışı yapılan dükkanı ziyaret ettim. Peki ‘bunda ne var’ diyebilirsiniz. Öyle demeyin lütfen, seçim yaklaşıyor, televizyonlarda haberlerde uzun uzun sürelerle, gazetelerde koca koca başlıklarla ‘esnaf ziyareti’ haberleri var. Eller gidiyor ben gidemez miyim deyip, ben de en yakın esnafı ziyaret ettim. Gerçi benim ziyaretim sadece ekmek almak içindi, ama onların ki malum nedene dayanıyor, siz daha iyi bilirsiniz.

Merak ettim, siyasilerin bu esnaf ziyareti merakı nereden geliyor. Malumunuz 12 Eylül darbesi öncesinde, ülkemiz memleketini, insanını çok seven ama birbirlerini asla sevmeyen hatta nefret eden iki gruba bölünmüştü (böldürülmüştü). Bunun neticesinde de duruma çok üzülen, gözüne uyku girmeyen Netekim Paşamız araya girip bu iki grubu barıştırmış, büyükleri öpüştürmüş, ‘bir sağdan bir soldan’ diyerek eşitlik hissini de halkımıza doyasıya sunmuştu. Anarşiden bezmiş, hayata küsmüş halkımız da kendisini %92 ile selamlamış ve çok minnettar kalmıştı. Peki paşamız herkesi barıştırdıktan sonra ne olmuştu? 1970’li yılların başında pek çok batılı, kapitalist ülkede Keynesyen ekonomi politikaları terk edilmeye başlanmış, onun yerine neoliberalizm yaygınlaşmaya başlamış, dönemin ünlü ekonomisti Friedman’ın çektiği grup her şartta karlılığı ve devletin üretimden elini çekmesi gerektiği tezini ortaya koymuşlar ve bu hipotezlerini de ilk defa Şili de Pinochet iktidarında denemişlerdir. Giderek yaygınlaşan neoliberal yaklaşım, 12 Eylül öncesi pek kapımızı çalmamış, ya da çaldığında biz açmamışken Netekim Paşamız ve ondan sonra başlayan Özal iktidarında ‘köprüyü satarım, sattırmam’ nidaları arasında neolibral politikalar gereği özelleştirme adı altında elimizde avucumuzda ne var ne yok silip süpürmeye başlamıştı. Kalanları da ondan sonra gelenler satmaya devam ediyorlar zaten. Bu büyük oyun ile ülkeye giren bize yabancı kendine dost sermaye, iliğimize kadar nazik ve incitmeden sömürmeye başlamış, halkımız daha kolay cebindekini boşaltsın diye neredeyse her semte bir alışveriş merkezi açıp, selam veren herkese kredi kartı vermişlerdi. Hunharca açılan alışveriş merkezleri de kaçınılmaz bir şekilde onlarla rekabet edemeyen, aşırı kar gütmeyen sadece geçimi için çalışan mahallemizin bakkalının, kasabının, manavının yok olmasını sağlamıştı. Arapça bir kelime olan esnaf, sınıfların çoğulu olarak kullanılıyor ve bağımsız çalışan, yaptığı iş sermayeden ziyade kol ve beden gücüne dayanan girişimcileri tanımlıyor. Zanaatkâr ve küçük ticarethane sahipleri esnaf olarak anılırken, esnaf ile taciri ayırmada temel olarak da emek-sermaye yoğunluğu dikkate alınmaktadır. Ortaya çıkan ve rekabetçi olmayan bu durum endüstriyel, çok ve hızlı üretim yapan sermayedarlar karşısında kol ve beden gücüne bağlı çalışıp geçinecek kadar kar güden bu grubu bir süre sonra diğerinin kölesi ve işçisi haline getirmiştir.

Bugün ülkemizde Aralık 2023 itibarı ile 2 milyon 441 bin 813 esnaf bulunmaktadır. Bu sayı toplam dört yüz on beş iş koluna dağılmakta ve bu mesleklerde babadan oğula geçme oranı ise %13’e kadar düşmüş durumdadır. Bunlardan eskiye özlem, doğal, yerel vb. isimler altında üretim yapmaya çalışanlar da satış sistemleri nedeniyle kendi işlerini yapıyor gibi görünseler de büyük oyuncuların işçileri durumunda yaşamlarını sürdürmeye çalışmakta ve büyük geliri yine onlara kaptırmaktadırlar. Öte yandan ahilik geleneğini sürdürmeye çalışan bir grubun varlığına rağmen esnaf kalitesinde de ülkenin genel sosyokültürel çürümüşlüğüne paralel bozulmaya rastlamak mümkündür.

Tablo böyle iken seçim zamanlarında adaylarımızın, partilerimizin içinde bir esnaf ziyareti ateşi yanar hale geliyor. İşin ilginç yanı ise arzı endam eden adaylarımızın (istisnalar olsa da genelde çok büyük kısmı çok zengin, paraya para demeyen kişilerden oluşmaktadır) bu küçük esnaftan pek alışveriş yaptıkları da görülmemektedir. Bugün internet arama motorlarında ‘esnaf ziyareti’ yazarak arama yaptığınızda milyonları aşan sonuçlara ulaşmak mümkündür. Görseniz kimler ziyaret etmemiş esnafımızı, Cumhurbaşkanları, başbakanlar, bakanlar, valiler, kaymakamlar, gelen geçen hep bir uğramış, ancak tahmin edeceğiniz belli dönemlerde.

Dolayısıyla yine o zamanlarda, o mevsimlerdeyiz. Adaylarımız sıra sıra esnafı ziyaret edip iki yanağından öpüyorlar. Öyle ki esnaf iş yapmaya vakit bulamıyor, partinin biri çıkıyor diğeri giriyor. Hiç başkasını ziyaret edelim demiyor kimse, kaç gündür bekliyorum mesela bizim eve gelen hiç kimse olmadı hala. Neoliberal politikaların çiftliği olan alışveriş merkezlerindeki dükkan ve mağazaları da ziyaret etmiyorlar üstelik. Ben olsam küserim niye gelmiyorlar diye. Gerçi onlar küçük ya da küçücük esnaf değiller, niye gitsinler ki, onlar ele ele vermiş, zincir olmuş yabancı sermayenin kasaları olarak görevlerini yapıyorlar.

Bakalım ne kadar daha sürecek bu ziyaretler, inşallah çabuk biter de esnaf iş yapmaya vakit bulur.

Bütün bunların yanında esnaf kelimesinin argo kullanımda taşıdığı anlamın, bizim adaylarımızla ilişkili olmadığını da özellikle belirtmek isterim. Üstüne alınıp üzülen olmasın.

Şunun şurasında sadece seçim yapıyoruz. Değil mi?

Dr. Vedat Köseoğlu

18/02/2024
Cezayir'den...
27/11/2023

Cezayir'den...

Address

Galleria AVM Arkası, Mutlu Kent Mahallesi 1940. Sok. Beta Villaları No:40
Çayyolu
06810

Alerts

Be the first to know and let us send you an email when Prof. Dr. Vedat Köseoğlu posts news and promotions. Your email address will not be used for any other purpose, and you can unsubscribe at any time.

Share

Share on Facebook Share on Twitter Share on LinkedIn
Share on Pinterest Share on Reddit Share via Email
Share on WhatsApp Share on Instagram Share on Telegram

Category