29/11/2025
İnsan çoğu zaman hayatı ertelediğini sanır.
Oysa çoğunlukla ertelediği şey hayat değil, kendi duygularıdır.
Bazı kişiler için adım atmak bu kadar zor değildir; onlar hareket ettikçe rahatlar.
Bazılarımız içinse her adım, içte eski bir yarayı kıpırdatan bir temas gibidir.
Aslında tam da bu nedenle, yapmak istediklerimizi yapamazken kendimize kızarız:
“İstesem yapardım, neden olmuyor?” diye.
Bunun cevabı çoğu zaman basittir:
Kişi, adımı değil; o adımın uyandıracağı duyguyu erteler.
Bir şeyi yapmak istediğimizde içimizde iki taraf konuşur:
• Gitmek isteyen taraf: meraklı, canlı, dokunmak isteyen.
• Kalan taraf: kaybetmekten korkan, riski okuyup geri çeken.
Ve çoğu insan bütün ömrünü bu iki taraf arasında sıkışmış hissederek geçirir.
“Bir yanım istiyor, bir yanım durduruyor” cümlesi boşuna bu kadar tanıdık değildir.
Anı yaşayamamak da çoğu zaman bir dikkatsizlik değil;
kendini hissetmeye tutulan ince bir frendir.
Çünkü anın tadını çıkarabilmek, bedende beliren duygulara izin vermeyi gerektirir.
Ve bazı duygular—neşeden çok, kırılabilirlik taşır:
Yakınlık, sevinç, heyecan… Hepsi aynı zamanda “kaybedebilirim” riskini hatırlatır.
İşte tam bu yüzden, bazı insanlar en çok arzuladıkları şeylerin yanında en çok donakalırlar.
Kendine bugün şu soruyu sorabilirsin (hesap vermek için değil, anlamak için):
“Ben gerçekten neyi erteliyorum — eylemi mi, yoksa onun uyandırdığı duyguyu mu?”
Çünkü çoğu zaman fark ettiğimiz anda değişimin ilk adımı kendiliğinden başlar.
İnsan, duygusunu fark ettiği an artık aynı kişi değildir.
Ve belki de “çok geç olmadan” dediğimiz şey, aslında içimize doğru küçük bir kapı açabilme cesaretidir.