30/11/2025
Bir şarkı düşünün… Öyle bir şarkı ki, sadece hatıraları çağırmakla kalmasın; hatıranın kendisini evinizin salonuna davet etsin.
“Geçsin günler, haftalar…” tam da böyle bir eser. Ama işin asıl şaşırtıcı tarafı, bu şarkının yolculuğunun tahmin ettiğimizden çok daha tuhaf bir kapıdan başlaması: Bir ruh celsesinden.
Evet, kulağa masal gibi geliyor. Ama hikâye gerçek.
Yıllardır aynı yerimize dokunan bu hüzünlü melodiyi kim bilir kaç kez duydum; yine de bir kez olsun “Bu şarkı nasıl doğdu?” diye durup düşünmemişim.
Derken o merak ansızın içime düştü.
Kahvemi aldım, bilgisayarı açtım ve Erol Sayan’ın dünyasına doğru sessiz bir yolculuğa çıktım.
Ve karşıma öyle bir hikâye çıktı ki…
İtiraf edeyim, bir şarkının ardında bu kadar tuhaf ve büyülü bir macera olabileceğini hiç düşünmemiştim.
Erol Sayan: Banka Memurluğu, Şarkılar ve Ankara’nın Gizli Geceleri
Şunu meraklıları bilir: Erol Sayan, Türk müziğinin yaşayan en büyük bestekârlarından biridir. “Unutulmaz” kelimesini hak eden onlarca eserin sahibi… Ama gençliğinde henüz meşhur değildir. Ziraat Bankası’nda çalışır, akşamları musikiyle uğraşır, sesi duyulmayan bir besteci adayıdır.
Bir de çok bilinmeyen bir merakı vardır:
O dönem Ankara’da moda olan ruh celseleri.
Bugünün kulağına tuhaf geliyor ama o yıllarda yüksek bürokratlar bile akşamları bir evin salonunda toplanıp medyum aracılığıyla “öte âlem”le konuşmaya çalışıyorlardı. Erol Sayan da bu toplantıların müdavimidir.
İşte bizim meşhur şarkı da tam bu atmosferde tamamlanacaktır.
1960 yılı…
Sayan, Enis Behiç Koryürek’in “Hatıra” şiirini besteler:
“Geçsin günler haftalar,
Aylar mevsimler yıllar…”
Melodi akıp gider ama eser bir türlü radyoya gönderilemez.
Sebep çok basit: Şiir kısa, şarkı da üç dakikayı doldurmuyor.
O yıllarda radyo için eser süresi önemlidir. Yani şarkının biraz daha uzaması, güftenin bir iki mısra daha alması şarttır.
Ve işte tam bu noktada, olaylar bambaşka bir yöne kıvrılır.
Bir akşam kalabalık bir evde ruh celsesi kurulur. Medyum transa geçer, sessizlik çöker, ardından oda başka bir sesle dolar:
— Ben… Enis Behiç!
Evet, şiirin yazarı.
O anda Erol Sayan’ın aklına bir fikir düşer. Madem “karşıdan” gelen ses Enis Behiç olduğunu söylüyor, o halde neden şiirin sonuna birkaç mısra daha istemesin?
Ve medyum –rivayete göre değişen bir tonda– şu dizeleri söyler:
“Ömrüm sensiz geçse de aşkın gönlümde kalsın,
Gülen gözlerin binbir teselli ile baksın…”
Sayan’ın eksik mısraları tamamlanmış, şarkı üç dakikaya ulaşmış, Türkiye’nin dört bir yanında dillerden düşmeyecek bir eser böylece “tamamlanmış” olur.
Biraz hüzün, biraz kaderin cilvesi, biraz da mistik bir dokunuş…
Araştırdıkça fark ettim ki, bu tuhaf hikâye aslında bir istisna değilmiş. Enis Behiç Koryürek, bir dönem Bedri Ruhselman’la beraber celselere katılan, orada şiir “alan” bir şairmiş. Hatta bu yolla ortaya çıkan şiirleri “Vâridât-ı Süleyman” adında bir kitapta toplamış.
O dönem entelektüelleri bu şiirleri tartışmış:
Gerçekten “ruh” ilhamı mı, yoksa şairin oyunbaz ruhu mu?
Kesin bir cevap yok.
Ama ortada şu gerçek var:
Ortaya çıkan eserler bugün bile değerini koruyor.
Bu hikâyeyi okudukça şunu düşündüm:
Bir şarkıyı özel yapan bazen melodisi değil; geldiği yer.
Bir şarkı biraz Ankara’nın memur evlerini taşır kokusunda…
Biraz ruh çağırma seanslarının tuhaf loşluğunu…
Biraz genç bir bestecinin sabrını ve hayalini…
Belki de bu yüzden “Geçsin günler, haftalar…”ı duyduğumuzda içimizde bir şey kıpırdar.
Bilmeyiz ama hissederiz.
Çünkü bazı şarkılar sadece yazılmaz;
yaşanır, yaşatılır, bir ömrün içinden süzülür, bize öyle ulaşır.
Ben de o sabah radyoda duyduğum melodinin ardına düştüm ve karşıma böyle bir hikâye çıktı.
Şimdi şarkıyı her duyduğumda, sadece hüzünlü bir melodi değil;
bir ruh celsesinin sessiz salonunu,
genç bir bestekârın heyecanını,
ve bir şiirin iki alem arasında gidip gelen yolculuğunu duyuyorum.
Bazen bir şarkı, sandığımızdan çok daha fazlasıdır…
Nesrin Sipahi'nin, Odeon Müzik etiketiyle yayımlanan "Geçsin Günler Haftalar Hatıra" isimli şarkısı, MuzikPlay kanalında!En yeni şarkılardan haberdar olmak i...