Doç. Dr. Şafak Nakajima

Doç. Dr. Şafak Nakajima Biyopsikososyal Tıp doktoru, birey/aile danışmanı, sosyolog, felsefeci, yazar
"Endişesiz İlaçsız"
"İlişkilerin Karanlık Kuyuları" Merhaba,

Ben Doç.

Dr. Şafak Nakajima. Kendi geliştirdiğim Biyopsikososyal Tıp Modeli ile çalışan bütüncül bir tıp doktoru, ilişki ve aile danışmanıyım. Aynı zamanda sosyoloji ve felsefe alanlarında lisans diplomasına sahibim. İlişkilerin Karanlık Kuyuları, Endişesiz İlaçsız, Aklın Kutsal Kitabı, Benlik Aynasına Bakmak ve Ölümün İzinde adlı kitapların yazarıyım. Biyopsikososyal tıp yaklaşımı, insan sağlığını yalnızca bedensel belirtilerle sınırlı görmez; zihinsel süreçler, ilişkiler ve yaşama bakış açısı da bu bütünün ayrılmaz parçalarıdır. Tedavide öncelik, bilimsel temellere dayanan, yan etkisiz ve ilaçsız yöntemlere verilir. Bu çerçevede uygulamalarım şunlardır:

• Psiko-eğitim, bireyin duygu ve düşüncelerini tanımasına, stres, kaygı ve panik atakla başa çıkma becerilerini geliştirmesine yardımcı olur. Bu yöntem, migren, fibromiyalji, huzursuz bağırsak sendromu gibi psikosomatik sağlık sorunlarının önlenmesi ve tedavisinde önemli bir rol oynar.
• İlişki ve aile danışmanlığı, yakın ilişkilerdeki iletişimi güçlendirmeyi ve sağlıklı sınırlar çizmeyi öğrenmeyi sağlayarak duygusal dayanışmayı artırır.
• Felsefe ve sosyoloji temelli çalışmalar, bireyin kendine, topluma, hayata ve özellikle yaşamın anlamı ile amacı üzerine düşünme becerisini geliştirir.
• Psikoakupunktur; endorfin, dopamin ve serotonin gibi nörohormonların düzeyini doğal yollarla artırdığı bilimsel araştırmalarla ortaya konmuş, gevşemeyi ve zihin-beden dengesini destekleyen tamamlayıcı bir uygulamadır. Tüm bu yaklaşımlar, zihinsel ve bedensel iyilik hâlini bir bütün olarak, ilaç kullanmadan desteklemeyi hedefler. Bu sayfada, geliştirdiğim modeli, yayımladığım kitapları ve çeşitli yazılarımı inceleyebilirsiniz. İstanbul dışında yaşıyorsanız veya kliniğime gelme olanağınız yoksa, online görüşme seçeneğiyle de çalışmalarımıza katılabilirsiniz. Sağlıklı ve bilinçli bir yaşam dileğiyle.

30/11/2025

İLİŞKİLERİN KARANLIK KUYULARI

Doç. Dr. Şafak Nakajima

“Şiddet genellikle tokat atma, yumruklama, tekmeleme gibi fiziksel saldırılarla özdeşleştirilir.

Oysa ilişkilerde şiddet, çok daha geniş kapsamlı bir kavramdır. Duygusal, fiziksel, cinsel, ekonomik, ideolojik veya manevi yönden acı çektiren ya da zarar veren her tür tutum ve davranış, ilişkide şiddete işaret eder.

Baskı kurarak sindirmek, küçük düşürücü isimler takmak, sürekli eleştirmek, aşağılamak, korkutmak, acındırarak duygusal şantaj yapmak, umursamamak, küsmek, parasız bırakmak, cinsel istismarda bulunmak, aldatmak, terk etmekle, öldürmekle tehdit etmek, suça yönlendirmek, dövmek, yaralamak gibi birçok davranış ilişkide şiddettir.

Şiddet çoğu ilişkiye, nedensiz eleştiri, alay, aşağılama, umursamazlık ve anlamsız kıskançlıklar biçiminde sinsice sızar. Bazen ileri gidip yüzde patlayan tokat, deriyi yarıp geçen bıçak veya kalbe saplanan kurşun olur.Hangi biçimde olursa olsun şiddet, ilişkiye ve sevgiye ihanettir.

Şiddet, ilişkilerin karanlık kuyusudur!

Kanatlarınız kırıldıktan sonra içine atıldığınız; korkularınızdan, alışkanlıklarınızdan beslenen bir kuyu!

Amazon Şafak Nakajima Sayfası:
https://tinyurl.com/y9p5t4dr

AİLENİN GÜNAH KEÇİSİ OLMAKDoç. Dr. Şafak NakajimaBazen evde bir şey ters gider, bir bardak devrilir, bir tartışma çıkar ...
29/11/2025

AİLENİN GÜNAH KEÇİSİ OLMAK

Doç. Dr. Şafak Nakajima

Bazen evde bir şey ters gider, bir bardak devrilir, bir tartışma çıkar ya da uzun süredir konuşulmayan eski defterler açılır. O anda, ailede kim ne yaşamış olursa olsun, bakışların birden sizin üzerinizde toplandığını fark edersiniz. Bunun neden böyle olduğunu çocukken anlamanız kolay değildir; tek bildiğiniz, evin içinde görünmez bir mekanizmanın işlediği ve bu mekanizmanın suçlamaları şaşmaz bir biçimde size yönelttiğidir.

Ailenin günah keçisi konumunda olmak çoğu zaman sizin kişiliğinizden değil, ailenin yapısından doğar. Aile, yaşanan tüm sorunların sorumluluğunu sizin üzerinize yükleyerek kendi iç çatışmalarını görmekten kaçınır. Kendilerine bakmak yerine, sizi kolektif biçimde suçlarlar. Bu tutum, işlevsiz kalıplarını değiştirmeden sürdürmelerine imkân tanır. Her şeyin yolunda olduğunu iddia ederken, haksızlığın tamamını sizin omuzlarınıza bırakırlar.

Oysa çoğu zaman ailede gerçekleri görüp dile getiren ve belki de ruhsal açıdan en sağlıklı kişi sizsinizdir; fakat aile bir araya gelerek hem sizi hem de kendilerini bunun tam tersi olduğuna inandırır. Haklı bir duygusal tepkiniz bile “sizin çılgın olduğunuzun” ya da “sürekli sorun çıkardığınızın” kanıtı hâline gelir. Gerçeği dile getirmeniz gerektiğinde sizi azarlamaya başlar, susturur, terk eder veya cezalandırırlar.

Aile üyeleriniz arkanızdan konuşur ve aile dışındakilere bile sizinle ilgili olumsuz şeyler anlatır, itibarınızı zedelerler. Aile etkinliklerinin ve sohbetlerinin dışında kalırsınız çünkü gerçeği ifade ettiğiniz için sizi içlerine almak istemezler. Aynı zamanda, davet edilmediğiniz etkinliklere katılmamanız nedeniyle sizi eleştirirler.

Aileniz başarılarınızı küçümser, takdir ve teşvik etmez. Kardeşlerinizle eşit bir iletişim kurmakta zorlanırsınız. Bir tartışmada kardeşiniz bağırdığında, ebeveyniniz sorunu çözmek yerine “Sen onu kışkırtmasaydın böyle olmazdı” der. “Bizim ailemizde sorun yok, her şeyi sen zorlaştırıyorsun” dendiğinde, o evde yıllardır biriken gerginlikleri, konuşulmayan kırgınlıkları ve herkesin bildiği halde yüzleşmediği çatlakları gören biri olarak içiniz daha fazla acır. Bu nedenle yetişkinliğe geldiğinizde aileden uzaklaşma isteğiniz güçlenir. Bu uzaklaşma bir kaçış değil, zihinsel ve duygusal sağlığınızı koruma çabasıdır.

Çocuklukta maruz kaldığınız bu rolün etkileri yetişkinlikte de peşinizi bırakmaz. Birisi sizi haksız yere eleştirdiğinde bir anda küçülmüş gibi hissedebilirsiniz. Partneriniz bir davranışınızı sorguladığında bunun yalnızca bir iletişim çabası olduğunu anlamak yerine kendinizi yeniden suçlanan çocuk gibi algılarsınız. Zihniniz otomatik olarak “Hata kesin bende” kalıbına yönelir.

Bazı kişiler bu duyguyla aşırı uyum göstererek baş etmeye çalışır. İş yerinde herkesin memnun olduğu, kimseyi kırmamak için kendi sınırlarını zorlayan, gerektiğinde birçok kişinin yükünü tek başına taşıyan kişi haline gelirsiniz. Yöneticiniz fazladan iş istediğinde hayır demek aklınıza bile gelmez çünkü derinlerde bir yerde yeterince çabalamazsanız eleştirileceğinize inanırsınız. Bu durum, dışarıdan çalışma disiplini gibi görünür ama temelinde yetersiz görülme korkusu vardır.

Bir diğer tepki biçimi ise aşırı mesafe ve temkinli davranışlardır. Çocukken sesiniz duyulmadığında, ihtiyaçlarınız önemsenmediğinde ya da acınız küçümsendiğinde yetişkinlikte duygusal yakınlık size riskli gelir. Bir arkadaşınız size “Konuşmak istersen yanındayım” dediğinde bile aklınızın bir köşesinden “Gerçekten benim için mi burada yoksa paylaştığım sorunu sonra bana karşı mı kullanacak” sorusu geçebilir. Bu dışarıdan soğukluk gibi görünse de aslında yıllarca suçlamalara maruz kalmanın ardından gelişen bir savunmadır.

Doğru bir profesyonel destekle kişi, maruz kaldığı açık ve örtülü manipülasyonları tanımayı, sağlıklı sınırlar koymayı, üzerine yıkılan haksız suçlamalara karşı net bir duruş oluşturmayı ve artık kendisine hizmet etmeyen savunma mekanizmalarını terk etmeyi öğrenebilir. Bu süreç, hem çocuklukta elinizden alınan gücü geri kazanmanın hem de kendinize yeni bir yaşam alanı açmanın sağlıklı ve gerçekçi bir yoludur.

☎️ 0552 223 98 97
🌐 www.safaknakajima.com

NİTELİKLİ ÖĞRETMENLERİN YETİŞTİRDİĞİ GÜÇLÜ TOPLUMLARDoç. Dr. Şafak NakajimaBen, iyi öğretmenlerin zamanının öğrencisiydi...
24/11/2025

NİTELİKLİ ÖĞRETMENLERİN YETİŞTİRDİĞİ GÜÇLÜ TOPLUMLAR

Doç. Dr. Şafak Nakajima

Ben, iyi öğretmenlerin zamanının öğrencisiydim. Her biri mesleki sorumluluğunun bilincinde, kişisel gelişimin ve onurlu duruşun öğretmenlik mesleğinde ne kadar belirleyici bir unsur olduğunu fark eden insanlardı. Ne kadar şanslı olduğumu, o dönemlerde kazandığım bilgi ve donanımın bana dünyanın farklı ülkelerinde önemli kapılar açtığını gördükçe daha iyi anladım. Öğrenme merakımın hiç azalmamasının, iyi öğretmenlere sahip olmamdan kaynaklandığının bilincindeyim.

Eğitim politikası, bir devletin niteliğini ortaya koyan en önemli kriterlerden biridir. Bir toplumun geleceğini belirleyen temel unsur ise sahip olduğu eğitim sistemidir. Bu sistemin kalbi öğretmenlerdir. İyi öğretmenlere sahip bir toplum yalnızca akademik başarı açısından değil; düşünce yapısı, kültürel birikim ve toplumsal dayanışma bakımından da güçlü bir yapıya kavuşur. Öğretmen, öğrencilerinin hayatına ışık tutarken aslında bütün bir toplumun yönünü belirler. Bu nedenle öğretmenlerin niteliği bir ülkenin kaderiyle doğrudan ilişkilidir.

Tarih boyunca Türkiye’nin dönüşümünde öğretmenlerin oynadığı rol dikkat çekicidir. Cumhuriyet’in ilk yıllarında ülkenin dört bir yanına dağılan öğretmenler yalnızca okuma yazma öğreten kişiler değil; modernleşmenin sahadaki temsilcileri oldular. Alfabe Devrimi’ni köylere taşıyan bu eğitimciler, toplumsal kalkınmanın hızlanmasına doğrudan katkı sağladılar. Köy Enstitüleri bunun en somut örneklerinden biridir. Bu kurumlarda yetişen öğretmenler köylere yalnızca bilgi değil; üretim bilinci, sanat sevgisi, teknik beceri ve bilimsel düşünme alışkanlığı götürdü. Böylece eğitimin toplum üzerindeki dönüştürücü gücü açık biçimde görünür hâle geldi. Bugün de güçlü bir toplum inşa etmenin yolu, öğretmenlere verilen değerden ve onların mesleki donanımını geliştirmekten geçiyor.

Mesleki ve insani gelişimini durmaksızın sürdüren, daha iyi bir gelecek için emek veren tüm öğretmenlerimizin Öğretmenler Günü’nü içtenlikle kutluyorum.
🌐 www.safaknakajima.com

ACININ PERDESİNİ KALDIRMAKDoç. Dr. Şafak Nakajima İçimizde hayata dair hep bir beklenti taşırız. Bir ilişkinin iyi devam...
22/11/2025

ACININ PERDESİNİ KALDIRMAK

Doç. Dr. Şafak Nakajima

İçimizde hayata dair hep bir beklenti taşırız. Bir ilişkinin iyi devam edeceğini, bir işin başarıyla sonuçlanacağını, bir insanın bizi tüm yönlerimizle anlayacağını umarız. Oysa yaşam, hiç beklemediğimiz bir anda bambaşka bir gerçek çıkarır karşımıza. Böyle anlarda yalnızca yeni bir gerçekle karşılaşmaz, “yaşanmasını beklediğimiz şeyi” kaybetmenin yasını da tutarız.

Bazı insanlar bu düş kırıklıklarını daha kolay aşar, yoluna devam eder. Fakat bazen o yara kabuk bağlamaz; içimizi gölgeleyen bir küskünlüğe dönüşür. Örneğin, gençliğinde büyük bir hayalin peşinden giden fakat defalarca engelle karşılaşan birinin, yıllar geçmesine rağmen “Ben zaten şanssız biriyim” diyerek kendini hayata kapatması; ya da bir dostu tarafından hayal kırıklığına uğratılan birinin, “Kimseye güvenilmez” diyerek tüm ilişkilerden uzaklaşması gibi. Bu noktada küskünlük, acıyı yaşamaktan çok, onunla özdeşleşmenin bir biçimi hâline gelir. Kişi kendini neredeyse bir kurban gibi hisseder; çünkü acıyı bırakırsa sanki kendine ihanet edeceğini düşünür.

Bazen de acıyı sürdürmenin bize bir tür güç verdiğine inanırız. “Unutursam haksızlık karşılıksız kalacak”, “O beni üzdü, ben de iyileşmeyeceğim” gibi düşüncelerle kendi kendimizi kapana kıstırırız. Oysa küskünlük ne kadar kendini sabote eden bir döngü yaratıyorsa, onu bırakmak da o kadar canlılık, tazelik ve güç verir. Örneğin, yıllarca ailesine kızgın olan birinin bir gün “Artık bu yükü taşımayacağım” diyerek hafiflemesi ya da biten ilişkisine takılı kalan birinin, kalbini yeniden hayata açtığında nefes aldığını fark etmesi gibi.

Küskünlükten vazgeçtiğimiz anda ruhumuzun önündeki perde aralanır. Dünyayı daha berrak görmeye başlarız. Işığın içimize dolduğunu, umudun yeniden canlandığını hissederiz. Acıyı iyileştirmek kolay değildir; fakat onu taşımaya devam etmek çok daha zordur.

Küskünlüğü bırakmak bazen yalnızca alışkanlığı bırakmaktır. Biz perdeyi kaldırdığımızda yaşamın ışığı içimize dolar.
Bir danışanım, eski eşine duyduğu kırgınlığı anlattıktan sonra şöyle demişti:
“Zamanla fark ettim ki çok gereksiz bir yükü taşıyorum. Ben sadece onu taşımayı alışkanlık hâline getirmişim. Fark ettikten sonra acı ve öfke bana ait olmaktan çıktı; hayatı yeniden sevmeye başladım.”
🌐 www.safaknakajima.com

DANS ETMEYİ Mİ TERCİH EDERSİNİZ YOKSA ÖLMEYİ Mİ?Doç. Dr. Şafak Nakajima Scientific American dergisinde okuduğum makalede...
21/11/2025

DANS ETMEYİ Mİ TERCİH EDERSİNİZ YOKSA ÖLMEYİ Mİ?

Doç. Dr. Şafak Nakajima

Scientific American dergisinde okuduğum makalede, ABD Ulusal Sağlık Enstitüleri’nin (NIH) fon kesintilerinin 74 bin hastayı ve onlarca klinik araştırmayı bir anda yarım bıraktığı belirtiliyor. Başkan Trump’ın “federal hükümeti küçültme” politikası kapsamında, bu yılın başında 2 milyar doları aşan araştırma hibeleri iptal edilirken, 1.300 çalışan işten çıkarılıyor. Kanserden kalp hastalıklarına, nörolojik bozukluklardan enfeksiyonlara kadar pek çok kritik alanda yürütülen 383 çalışma durduruluyor. İnsanlar ilaçlarına ulaşamıyor, implantlarının takibi yapılamıyor, yıllarını verdikleri deneylerin sonuçları bile yayımlanamıyor. Oysa binlerce üniversite ve araştırma kurumu çalışmaları büyük ölçüde bu fonlara bağlı.

NIH’yi 12 yıl boyunca yöneten Dr. Francis Collins’e göre tıbbi araştırmalar “düğmeye basılarak kapatılacak” projeler değil. Alzheimer, kanser ve pek çok hastalık için yürütülen klinik çalışmalar yıllar sürüyor; insanların hayatı doğrudan bu araştırmalara bağlı. Bu nedenle fonların ani şekilde kesilmesi yalnızca bilimi değil, yaşamın kendisini riske atıyor.

Tüm bunlar olurken, Beyaz Saray bahçesinde yapılacak bir balo salonu için 300 milyon dolar ayrılması, siyasi önceliklerin insan hayatından ne kadar uzaklaşabildiğini gösteren sembolik bir çöküş hikâyesi gibi.

Burada fark edilmesi gereken asıl konu, hangi değerlerin devletin omurgasını oluşturduğu ve kimin hayatının ne kadar “makbul” sayıldığıdır. Toplumların kaderi, kişisel hırs ve açgözlülükten başka sermayesi olmayan kişilere bırakılamayacak kadar değerlidir.
Bilimin, sağlığın ve insan hayatının politik ihtiraslara göre şekillendiği bir dünyada, kaybeden her zaman en savunmasız olanlardır.

ÇYDD ve ANNE YARASI SUNUMUDoç. Dr. Şafak NakajimaArtık biliyoruz ki annelik yalnızca hormonların yönlendirdiği bir içgüd...
19/11/2025

ÇYDD ve ANNE YARASI SUNUMU

Doç. Dr. Şafak Nakajima

Artık biliyoruz ki annelik yalnızca hormonların yönlendirdiği bir içgüdü değil; yüzyıllar boyunca nesilden nesile aktarılan güçlü bir sosyal tasarımdır. Kültürel değerler, üretim ilişkileri ve ataerkil rol dağılımı, anne-çocuk ilişkisinin en ince ayrıntısına kadar şekillendirir.

Bu nedenle çocuğun yaşadığı her sorunun tek sorumlusunun anne olduğu yanılgısını açıkça görmemiz gerekir. Duygusal emeği görünmez kılan, “süper kadın” ve “fedakâr anne” ideallerini sürekli yeniden üreten toplumsal düzen, hem annenin davranışlarını hem de çocuğun deneyimini biçimlendiren güçlü bir arka plan oluşturur. Buna ekonomik sıkıntılar eklenir. Ayrıca aslında bir çok kadın hazır ya da istekli olmadığı halde toplumsal baskıyla anneliğe itilince, annelik deneyimi çoğu zaman bireysel bir seçim değil, zorlayıcı bir toplumsal yönlendirme haline gelir.

Annelerin çocuklarında açtıkları yaraları anlamak ancak biyolojik, psikolojik ve sosyolojik boyutları birlikte ele almakla mümkündür. Hormonların davranış üzerindeki etkisini, bağlanmanın psikolojik sonuçlarını, ekonomik koşulların aile içi dinamikleri nasıl şekillendirdiğini ve toplumun anneliğe yüklediği rollerin bireyin kimliğini nasıl belirlediğini bir arada değerlendirmeden sağlıklı bir açıklama üretilemez.

Bu akşam Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin “Kadınlarla Elele” projesinde annelik deneyiminin kültürel ve ekonomik arka planını, toplumsal düzenin anne-çocuk ilişkisini nasıl biçimlendirdiğini konuşacağız. Aynı zamanda yetişkinler olarak annemizi suçlamak yerine yaşadığımız örüntüleri doğru çözümleyerek kendi yaşamımızın sorumluluğunu üstlenmenin ve sağlıklı sınırlar kurmanın yollarını birlikte arayacağız.

Son olarak, ÇYDD’nin yıllardır kadınların, gençlerin ve çocukların yaşamında açtığı alanı ve yarattığı dönüşümü hatırlatmak isterim. Eğer siz de bu çabayı anlamlı buluyorsanız, ÇYDD’ye üye ya da düzenli destekçi olarak bu yolculuğa katılabilirsiniz. Küçük bir katkı bile bir gencin hayatında umudu büyütür; hepimizin iyileşmesine giden yollar böyle dayanışmalarla güçlenir.

BEZGİN YAŞLANMADoç. Dr. Şafak Nakajima Geçende People dergisinde okuduğum bir yazıda, Morgan Freeman’ın 88 yaşında olmas...
17/11/2025

BEZGİN YAŞLANMA

Doç. Dr. Şafak Nakajima

Geçende People dergisinde okuduğum bir yazıda, Morgan Freeman’ın 88 yaşında olmasına rağmen hâlâ film projeleriyle, yeni rollerle ve golf sahalarıyla meşgul olmasının, 93 yaşında film yöneten yakın arkadaşı Clint Eastwood’un bir sözünden aldığı ilhamla bağlantılı olduğu anlatılıyordu. Eastwood’un ona söylediği “Don’t let the old man in” yani “yaşlı adamı içeri alma” sözü, içimizde yaşlanmayı kabul edip pasifleşen yanımızı büyütmemek anlamına geliyor.

Pasifleşme yalnızca ruh hâlini değil, fiziksel ve zihinsel sağlığı da etkiler. Hareketsizlik kalp-damar hastalıklarını, kas güçsüzlüğünü, denge bozukluklarını ve kemik erimesini hızlandırır. Aynı şekilde, zihinsel faaliyetlerin azalması da unutkanlığı artırır; depresyon, anksiyete, bilişsel yavaşlama ve demans riskini yükseltir. Yaşlılıkta beyin aktivitesinin en az fiziksel hareket kadar hayati olmasının nedeni budur. Zihin durdukça kişi yalnızca düşünsel olarak değil, ruhsal ve biyolojik olarak da çökmeye başlar.

Bizim toplumumuzda ise “ununu eleyip eleğini asma” hevesi yaygındır; çoğu kişi en büyük hayalini, hiçbir şey yapmadan oturacağı günlerin gelmesi olarak kurar. Kırklı yaşlarda emekli olup tamamen kenara çekilmek ister. Ancak son yıllarda ekonomik krizin etkisiyle bu hayal sürdürülebilir olmaktan çıktı. Birçok kişi ileri yaşlarda bile ağır işlerde çalışmak zorunda kalıyor. Bunun yaşlılık algısından ayrı düşünülmesi gerekir.

Yaş ilerledikçe hiçbir şey yapmamak ya da yapamayacağına inanmakta maddi imkânsızlıkların payı büyüktür. İnsanlar hayatlarını çoğu zaman temel ihtiyaçların peşinde geçirdiği için bir hobiye, bir kursa, bir sosyal faaliyete, bir seyahate hatta bazen yalnız kalıp kendini dinlemeye bile kaynak ayıramaz. Yıllar böyle geçince imkânsızlık insanın ufkunu kapatan bir duvar hâline gelir.

Yine de sorunun yalnızca ekonomik olmadığını düşünüyorum. İnsanlık tarihinde bilgiye ilk kez bu kadar kolay ulaşılabilirken ileri yaşlarda öğrenmeye, gelişmeye ve yaratıcılığa ilgisizliğin çok daha erken yaşlarda başladığını görüyorum. Bizde eğitim sistemi merakı beslemez; çocuklar soru sormayı değil, susup doğru cevabı ezberlemeyi öğrenir. Bu durum yeni şeyler keşfetme isteğinin küçük yaşta zayıflamasına yol açar. Öğrenmek bir zevk değil, yük gibi görülür. Yaş ilerledikçe bu alışkanlık daha da belirginleşir; “Ne uğraşacağım?” cümlesi merakın yerini alır.

Yaşlılığa yönelik önyargılar da bizde oldukça yaygındır. Belirli bir yaşı geçen kişiye toplum çoğu zaman açık ya da örtük biçimde “Artık yapamazsın” mesajı verir. Yaş, yalnızca bir sayı olmaktan çıkar, bir sınır hâline gelir. İnsanların üretmesi, öğrenmesi, yeni bir şey denemesi çoğu zaman desteklenmez. “Sen otur, dinlen” demek bile çoğu kez nazik bir kenara çekme biçimidir.
Yaş almış insanlar için tasarlanmış, zihni canlı tutan, erişilebilir ve yaratıcı etkinliklerin azlığı da önemli bir eksikliktir. Kendine uygun alan bulamayan kişi içe kapanır; ev dört duvar olur, dört duvar da insanın içini boğar.

Bir de ‘anlamlı tecrübeye’ dayalı bilgiye verilen düşük değer vardır. İnsanların yıllar boyunca edindiği birikim çoğu zaman merak uyandırmaz. Yaşlıların tecrübeleri dinlenmez, konuşulmaz, paylaşılmaz. Aktaracak alan bulamadıklarında içlerindeki canlılık da yavaş yavaş söner. “Benim sözümün bir kıymeti yok” duygusu insanı hayattan uzaklaştırır.

Tüm bunlar bir araya geldiğinde, bizim toplumda merakı azalmış, içine çekilmiş ve umudu kırılmış bir yaşlanma hâli ortaya çıkar. Ben buna “bezgin yaşlanma” diyorum. Oysa yaş almak, ruhun sönmesi anlamına gelmez. Bizde sorun yaşta değil; yaş almış insanı hayata bağlayacak zihinsel, sosyal ve kültürel altyapının eksikliğindedir.

🌐 www.safaknakajima.com

"Güneş balçıkla sıvanmaz."Türk Atasözü
10/11/2025

"Güneş balçıkla sıvanmaz."

Türk Atasözü

AKLIN KUTSAL KİTABI'NDAN Hatırlayabildiğiniz en eski anınızı sorsam, yanıtınız ne olurdu? Kardeşinizin dünyaya gelişi, a...
09/11/2025

AKLIN KUTSAL KİTABI'NDAN

Hatırlayabildiğiniz en eski anınızı sorsam, yanıtınız ne olurdu? Kardeşinizin dünyaya gelişi, annenizin yaptığı 5. yaş günü pastası, dedenizin sokak satıcısından aldığı rengârenk balonlar, babanızın sizi salıncakta sallaması, merdivenlerden düşüşünüz...

Araştırmalar, hatırlayabileceğimiz en eski anıların, ortalama 3,5 yaşa ait olduğunu gösteriyor. Küçük çocuklar 20 aylıkken yaşadıklarını nadiren hatırlasalar bile o döneme ait anılar 4 ile 7 yaş arasında soluklaşıp siliniyor. Yakın zamana kadar küçüklük anılarının hatırlanamayışı, çocukların hafıza merkezlerinin yeterince gelişmemiş olmasına bağlanıyordu.

Günümüzde yapılan çalışmalar, bu görüşün kısmen doğru olduğunu gösteriyor. Hafıza araştırmacısı Dr. Carole Peterson, erken çocukluk anılarının hatırlanabilmesi için iki koşulun gerekli olduğunu bildiriyor.
Bunlardan ilki, yaşanan olayın duygusal bir yoğunluk taşıması. İkincisi ise yaşanan olayın bir hikâyesinin olması...

Aklın Kutsal Kitabı
Yazar: Şafak Nakajima
İnkılap Kitabevi
Amazon Şafak Nakajima Sayfası:
https://tinyurl.com/y9p5t4dr

ANLAM KAYBI VE BENLİK DAĞILMASIDoç. Dr. Şafak NakajimaKimliğimiz, doğuştan hazır gelen sabit bir gerçeklik değildir; yaş...
08/11/2025

ANLAM KAYBI VE BENLİK DAĞILMASI

Doç. Dr. Şafak Nakajima

Kimliğimiz, doğuştan hazır gelen sabit bir gerçeklik değildir; yaşam boyunca deneyimlerle, ilişkilerle ve toplumsal etkileşimlerle şekillenen bir yapıdır. Çevremizde dolaşan bilgi, değer ve beklenti akışını anlamlandırarak benlik duygumuzu tutarlı hâle getirmeye çalışırız. Kimlik bütünlüğümüz korunduğunda, varoluşumuzun bir amacı ve değeri olduğuna inanır; içsel benliğimiz ile dış dünya arasında dengeli bir bağ kurarız. Bütünlük zayıfladığında ise benlik algımız bulanıklaşır, yön duygumuz kaybolur, anlam dünyamız parçalanır. Böyle dönemlerde kaygı, mutsuzluk, tükenmişlik ya da fiziksel belirtiler ortaya çıkabilir; çünkü anlam kaybı, yaşamla kurduğumuz bağı zayıflatır. Altta yatan kimlik sorunu fark edilmediğinde ise bu belirtiler çoğu zaman yalnızca ilaçlarla bastırılmaya çalışılır.

Psikanalist yazar Allen Wheelis, kimlik krizini bu bütünlüğün kırıldığı dönemleri tanımlamak için kullanır. Kriz, “Ben kimim?” sorusuna tutarlı bir yanıt veremediğimizde; kendi değerlerimizle toplumun beklentileri arasında kararsızlık yaşadığımızda; seçimlerimizin dayanağından emin olamadığımızda ortaya çıkar. Wheelis’e göre kimlik krizinin belirgin özellikleri şunlardır:
• Benlik duygusunda belirsizlik bulunur; kişi, kendini tanımlarken tutarlı bir “ben” kuramaz.
• Toplumsal roller ile içsel ihtiyaçlar arasında çatışma yaşanır; kişi, başkalarının onayladığı kimlikle kendi hissettiği benlik arasında sıkışır.
• Seçim yapmak güçleşir; çünkü neyin gerçekten kendisine ait olduğunu ayırt edemez.
• Anlam arayışı yoğunlaşır; yaşamın yönü, amacı ve nedeni ısrarlı biçimde sorgulanır.
• Kaygı, kararsızlık ve duygusal dağınıklık artar; süreç depresif çökkünlükten kontrolsüz taşkınlığa kadar farklı biçimlerde yaşanabilir.

Wheelis, kimlik krizini bir bozukluk değil, gelişimsel bir eşik olarak değerlendirir. Krizle kurduğumuz ilişki belirleyicidir; bu süreç ya daha sahici bir benlik duygusu kazandırır ya da parçalanmışlık hissini derinleştirir.

Kimliği yalnızca bireysel düzeyde kurmayız. Durkheim’ın “anomi” kavramı, kimliğin toplumsal yönünü anlamamız için önemli bir çerçeve işlevi görür. Anomi, toplum olarak ortak değerlerimizi yitirdiğimizde, normların yön tayin etme gücünü kaybettiğinde ve anlamı belirleyen ortak referanslarımız çözüldüğünde ortaya çıkar. Böyle bir ortamda kimlik inşamız da güçleşir; çünkü benliği yalnızca iç dünyamızla değil, içinde yaşadığımız toplumsal anlam ağlarıyla birlikte kurarız. Bu nedenle bireysel kimlik krizlerimiz, çoğu zaman toplumsal anlam kaybının içimizdeki yansımasıdır.

Bugünün Türkiye’sinde hem bireysel hem kolektif düzeyde bir kimlik gerilimi yaşıyoruz. Geleneksel değerlerle küresel kültür kodları arasında sıkışıyoruz; kuşaklar arası aktarım zayıflıyor, ekonomik güvencesizlik artıyor, liyakat aşınıyor, kutuplaşma derinleşiyor ve ortak hakikat zeminlerimiz çözülüyor. Eğitim, aile, din, medya ve çalışma hayatı gibi temel kurumların sunduğu kimlik modelleri arasında uyum değil, çatışma bulunuyor. Böyle bir ortamda yalnızca “kim olacağımızı” değil, “hangi dünyaya ait olacağımızı” da seçmek zorunda kalıyoruz. Bu nedenle kimlik krizi, kişisel bir ruhsal durumun ötesine geçerek toplumsal çözülmenin göstergesine dönüşüyor. Gerçek duruma ve nedenlerine odaklanmadığımız için de gerçek çözümler üretemiyoruz. Artan kadın ve aile cinayetleri, çocuk çeteleri, milyonlarca kutu antidepresan kullanımı, uyuşturucu tüketiminin çocuk yaşlara inmesi, sudan sebeplerle patlayan ve akıl almaz boyutlara ulaşan sokak şiddeti, bu çözülmenin görünür sonuçları hâline geliyor.

Bu nedenle kimlik krizini yalnızca bireysel bir süreç olarak görmek yetersiz kalır; sorun aynı zamanda sosyolojik, kültürel ve tarihsel bir boyut taşır. “Ben kimim?” sorusunu, “Nasıl bir toplumsal bağlam içinde kim oluyoruz?” sorusuyla birlikte ele almalıyız. Kim olduğumuzu anlamak, hangi dünyanın içinde yaşadığımızı fark etmekten ayrı düşünülemez.

🌐 www.safaknakajima.com

01/11/2025

Gerçek duygularımızı, düşüncelerimizi gizlemeyi çok küçük yaşlardan itibaren öğreniriz. Aileyle başlayıp okulla devam eden gelişim sürecinde, bazen baskıyla bazen de onay almak, güçlü görünmek ve çevremizle çatışmayı en aza indirmek için gerçek benliğimizi saklarız. İyi bir yaşam büyük ölçüde kendimizi ne kadar iyi tanıdığımıza bağlıdır. Benlik farkındalığı ne yazık ki okullarda öğretilmez; o yüzden pek çok insan kendini tanımadan, otomatik pilotta yaşar. Duygu, düşünce ve davranışlarını anlamlandıramadığı, bir değerler sistemi geliştiremediği için kendini ömür boyu yetersiz ve hoşnutsuz hisseder.
Bu kitap, kişilik yapısından aile dinamiklerine, mutluluğun çeşitlerinden hayatın anlamına uzanan pek çok konuda bilimsel ve felsefi içeriğiyle benliğinizi fark etmenize yardımcı olacak aynalar tutuyor.

Address

Esentepe, Yıldız Posta Caddesi No:13/A D:14 Şişli
Tesvikiye
34394

Alerts

Be the first to know and let us send you an email when Doç. Dr. Şafak Nakajima posts news and promotions. Your email address will not be used for any other purpose, and you can unsubscribe at any time.

Share

Share on Facebook Share on Twitter Share on LinkedIn
Share on Pinterest Share on Reddit Share via Email
Share on WhatsApp Share on Instagram Share on Telegram

Category